Günümüzün Anlatıcıları: Ömer Çelik İle Konuştuk
Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?
Öncelikle kişinin yazmaya dair, yazmakla gerçekleşecek hayallerinin olması gerektiğini düşünüyorum. Bu hayallerle harekete geçmek için elbette şartların da uygun olması lazım. Şartların bir insanı yazmaya itmesi de imkân dâhilinde ama hayaller, harekete geçmem için, şartlardan daha öndeydi bende.
Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?
Yazıp bozduğumuz, istediğimiz şekli verdiğimiz bir şeyin kutsal olabileceğini düşünmüyorum. Kutsal bizim gücümüzün dışında ve değişmezdir bana göre.
Post modern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de post modern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?
Edebiyatta sanat eseri ortaya koymak için farklı yollar vardır. O nedenle her yazar, eser, birbirinden çeşitli yönlerle farklılaşır. Edebiyatı denklem gibi göremeyeceğimizden, hatta görmememiz gerektiğinden, katı bir şablona ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Bunun yanında eser, şiir veya öykü, türü zikredilince akılda beliren forma uygun özellikler göstermeli.
Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Yazmaya başladığımdan itibaren çok göründüm ama bir yılı aşkın bir süredir yazmadığım için görünemiyorum. Akademik çalışmalar baskın geldi şu ara. Görünmek gerekir, çünkü dergilerde görünerek zamandaş yazarlarla bir bağ kurarsınız. Eseriniz kitap olmadan görücüye çıkma şansı bulur. Kendinizi değerlenme imkânı bulursunuz. Edebiyat dergileri kişinin kendine ölçütler bulması ve bunlara göre kendini geliştirmesi için çok önemli bir destektir.
Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?
Bu karşıma almak durumu, kendime sorular sormakla oluyor. Mesela "Okur bunu niye okumalı?", "Ben bunu okumak ister miydim?", "Çok uzun/sıkıcı veya çok kısa/yüzeysel mi oldu bu bölüm?" gibi. Bu soruları cevaplarken bazen okur gibi bazen yazar gibi düşünmeye çalışırım.
Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?
Bir dönem insanları şaşırtmak, eğlendirmek ya da unutulmamak için yazıyorum dediğimi hatırlıyorum. Ama bu nedenlerin hiçbiri şu an neden gibi gelmiyor. Yeni bir neden arıyorum. Yazmasam benim dışımda, çevremde ne olacağını tahmin etmem zor; bu tip şeyleri ancak yaşarken belli bir eşiği geçebilen insanlar hakkıyla cevaplayabilir ve verdikleri cevaba taraftar bulabilir. Misal Dostoyevski yazmasaydı şöyle şöyle eksik kalırdık derler ya. O hesap. Ben, bendeki yansıması hakkında cevap vereyim: Yazmasam, kendi adıma, yapmaktan keyif aldığım bir eylemi bıraktığım için mutluluğum, ümidim, heyecanım sakatlanır.
Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?
Yok, hayat sanattan büyüktür. Fakat yazdığım kurgunun bakış açımı ve kişiliğimi olabildiğince yansıtması gerektiğine gittikçe daha fazla inanmaya başladım. Ayrıca yazdığım kurgunun okurların hayata, insana bakış açısını farklı derecelerde etkileyebileceğine…
Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?
Yarışın hayır getireceğini sanmıyorum. Eskiden yarışalım isterdim. En iyi olmak kulağa güzel geliyordu, şansım ne olursa olsun. Fakat bir en iyiye değil, birçok iyiye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum artık. Yarışmak, birbirimize yoldaşlık etme imkânını ortadan kaldırır. Bu soruya yarışmak değil ama bulundukları yeri takdir etmem ve kendime nasip olması durumunda memnun olmam bağlamında cevap vermek isterim. Güray Süngü ve Aykut Ertuğrul bende "böyle de yazılabilirmiş" fikrini uyandırmaları açısından değerlidir. Ayrıca gençlere sağladıkları imkânları da edebiyatımız için önemli bulurum.
Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?
Hikâye anlatılan, öykü ise bunun çeşitli tekniklerle anlatıldığı form diye düşünüyorum ben kısaca. Tabii bunu deyince de bir taraf oluyorum. Hikâye adlandırmasını yapanların kastettiklerini de anlıyorum ama biz bu forma hikâye desek de adlandırma değişince form kendiliğinden değişmeyecek. Adlandırmayı değiştirmek yerine, öykünün içeriğini, öyküde kullanılan teknikleri, belki öykünün formunu değiştirmeye çalışmanın daha isabetli olacağı görüşündeyim.
Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?
Yazmak gibi okumakta da bu ara geri kaldım ama 2012'den bu yana dergileri düzenli takip ederim. Kimin, nerede, ne yazdığını az çok bilirim. Çağdaşım öykücülerin çoğunun kitabını okumuşumdur. Kitabını okumasam da dergilerdeki öyküleri nedeniyle sanat anlayışları hakkında fikrim vardır. Bunu yolun başındakilere de tavsiye ederim.
Bir yılı aşkın süredir öykü kitabı okumadım sanırım. Hasbelkader okuduysam da aklıma gelmiyor.
Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 25.05.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 18.05.2023 00:11