Nasıl Bilirdiniz?
İnsan en bildiğimiz ve en muamma olan varlık belki de...
İnsan arada bir kendine selam vermeli, kendiyle konuşmalı. Başkası hakkında laf cambazlığı yaparken benliğinin ne halde olduğunu fark etmeli. Kusurlar hep ötekine ait sanrısında boğulmamalı. Herkesin herkes hakkında konuştuğu, herkesin fikir âlimi olduğunu düşündüğü bir zaman içinde, ölüm ilanıyla başlayıp biz sizi böyle bilirdik de siz kendinizi nasıl bilirdiniz söylemleriyle biten bir kitabı okumanın kıymetli olduğunu düşündüğüm için Abdülhak Şinasi Hisar'ın Fahim Bey ve Biz kitabından bahsetmek istiyorum.
Fahim Bey ve Biz, Abdülhak Şinasi'nin ilk romanı. Yazarımız romanını 50'li yaşlarında yazmış. Ardından yayımladığı iki romanı daha var. Aslında yaşamına baktığımızda 1920'lerde edebiyat dünyasının içinde aktif yer aldığını görüyoruz. Fakat romanını 1941 yılında yayımlıyor. Hisar'ın roman türüne dair yazdığı metinlere baktığımızda, romanı bir sanat olarak gördüğü ve özel bir yerde konumlandırdığı anlıyoruz. Bununla birlikte kendisi mükemmeliyetçiliğiyle bilinen bir yazardır ve karakter yapısı gereği ince eleyip sık dokumuştur. Dolayısıyla onca zaman beklemesini, yapmak istediği farklılık için zamana ihtiyacı vardı, şeklinde yorumlayabiliriz.
Gazetedeki bir ölüm ilanıyla başlayan metinde, Fahim Bey'in hayatı, 19. yüzyılın sonlarından 2. meşrutiyet sonrasına uzanan bir dönemde hatıralar şeklinde aktarılıyor. Eserin genel çerçevesini Fahim Bey'in tahsili, memuriyeti, iş tecrübeleri, Saffet Hanım'la evliliği, gündelik yaşamı, ismini deliye çıkaran tuhaf davranışları ve tüm bunların anlatıcıda uyandırdığı akisler oluşturuyor.
Fahim Bey ve Biz, dönemin usta yazarları tarafından edebiyatın köşe taşı olarak değerlendirilmiştir. Ancak türünün roman olup olmadığına dair pek çok da tartışmalar yapılmıştır. Ahmet Hamdi Tanpınar, eserin yayımlandığı günlerde yazdığı ve Edebiyat Üzerine Makaleler isimli kitabında yer alan bir makalesinde, "Romanın daha ilk sayfalarında, eseri tasnif hususunda bir güçlükle karşılaşırız" der. Tabii ki bu beğenilmediği anlamına gelmemektedir. Klasik roman anlayışının dışında olduğu için bir kafa karışıklığına neden olsa da takdir edilmiş bir eserdir.
Eserimiz belli başlı bir olay örgüsüne sahip değil. Kitabın içinden herhangi bir bölümü açıp bir hikâye gibi okuyabilirsiniz. Aslında özellikle sonlara doğru denemeye kayan metinler de diyebiliriz. Bu durum 40'lı yılların Türk hikâye ve roman geleneği içinde görülmemiştir fakat Fahim Bey ve Biz, yayımlandıktan bir yıl sonra da ödül almıştır.
Abdülhak Şinasi Hisar'ın roman anlayışında vaka bir araçtır. Romanının merkezine insanı oturtur. Bu tüm romanlarında gözükmekle birlikte en yoğun Fahim Bey Ve Biz isimli eserinde işlenmiştir. Hisar, insanı, insana anlatmıştır ve bunu insan üzerinden yapmıştır. Yazarın derin analizleri ve gözlemleri okura canlı bir portre gibi sunulmuştur. Romanlarında öne çıkan bir diğer nokta da geçmişe olan özlemdir. Fahim Bey ve Biz'de geçmişe akan anlatı, romana hatırat havası katmıştır. Eserleri üzerinden Hisar'ın yaşama bakışının yansımasını rahatlıkla görebiliriz. O, geçmişe derinlik katarak anlamlandıran bir yazardır.
Eserde Fahim Bey'den önce biz kısmına değinmek gerekirse romanda iki türlü biz olduğu seziliyor. Bir romandaki biz bir de gerçekteki biz. Romandaki biz, anlatıcının babası, eşi, kadınlar, yakın arkadaşları ve çevresindeki herkes. Gerçekteki biz ise biziz. Yani okurlar. Roman, biz üzerinden kurduğu etkiyle çevremizdeki insanlara bakış açımızı sorgulatıyor. Okurunu, dar bir çerçeveden geniş bir çerçeveye götürmeyi arzu ediyor. Tabii ki bu eserin bir ders niteliğinde olduğu anlamını değil sanatla gösterme, düşündürme, dönüştürme niteliğinde bulunuyor. "İnsan bir muammadır" çıkarımını kitabın öz cümlesi olarak verebilir ve Abdülhak Şinasi Hisar, tüm o muammaları dış gözler üzerinden anlatarak, asıl kahramana da söz hakkı vermeyerek-veremeyerek farklı bir roman kurgulamış diyebiliriz. Peki, kişi kendi hakkında söz sahibi değil midir? Roman üzerinden bakınca olmadığını görüyoruz. O halde yazının girişinde dile gelen kendiyle hemhal olma ve dış dünyaya kendi gerçekliğini sunmanın öneminin de çıkarımını yapabiliriz.
Fahim Bey'e baktığımız zaman ise eserimizin, karakter üzerinden aktarılan bir felsefi alt yapısı olduğunu görüyoruz. İnsana dair güçlü tespitleri var. İnsanın öteki kişilerce nasıl gözüktüğü işleniyor. Çevremizdeki herkese göre hepimiz farklı konumlardayız. Varlığımız, eski okul arkadaşlarımızın nezdinde başka, şimdiki yakın arkadaşlarımız için başka anlamlar taşımaktadır. Ya da otobüste yolculuk yaptığımız kişinin bize baktığı zaman yorumları başka uzaktan bir akrabamızın bambaşka olacaktır. Abdülhak Şinasi Hisar, tam olarak Fahim Bey üzerinden bunu gösteriyor. Ölüm ilanının ardından "nasıl bilirdiniz" sorusunun "iyi bilirdik" olarak kalıplaşmış cevabına, gözlemci bir bakış açısı ile "biz" kısmının içsel seslerini satırlarına yansıtmış.
Fahim Bey, hayalleriyle yaşayan, kimseye mihneti olmayan, kendi kendini var etme arzusunda olan bir karakterdir. İnsan, kendi gerçekliği üzerinden hayaller kurarsa akıl-zihin bütünlüğünün dışına çıkmamış olur. Fahim Bey, pamuk ticareti projesi planlıyor, bunu sunuyor ancak bırakın bir tarla sahibini tanımayı gidip pamuk tarlasını bile yerinde ziyaret etmiş biri değil. Murat Belge, İletişim Yayınları'ndan çıkan Edebiyat Üstüne Yazılar isimli kitabında Fahim Bey'i "ülküleriyle gerçeklik arasındaki uçurum" bakımından Don Kişot'a benzetir. Karakterin hayalleri ile gerçekliğinin uyuşmaması onu böyle bir çıkarıma götürmüştür. Hayalden deliliğe giden bir yol hâlini okuyoruz. Zira karakterimiz Londra'ya gidiyor, projesinin iptal olduğunu öğreniyor ardından Fransız şirketine projesini sunuyor ve deliliğe giden yol da bu hakikatin yüzüne çarpmasıyla başlıyor. Bir büro tutup hayal dünyasında yaşaması böylece başlıyor.
Esasen Fahim Bey için romanda da anlatıcının açıkça belirttiği gibi optimist felsefesinin temsili diyebiliriz. Onun iyi şeyler olacağına, başaracağına dair umudu hiç bitmiyor. Kendi yarattığı hayali iş dünyasında oldukça başarılı olmuş ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş birisi. Gerçek dünya ile alakası olmayan bu durumun fark edilmesi üzerine, Fahim Bey artık ailesi tarafından da deli olarak damgalanıyor.
Bu noktada dikkat çeken, Saffet Hanım'ın kadınlara eşinin deliliğine dair şüphelerden bahsetmesi ve sonra da onların yorumları üzerine düşünüp, daha önce nasıl fark etmediğinin şaşkınlığıyla, gerçekten deli olabilirmiş çıkarımına varmasıdır. Böylece roman akışında toplumun insanı nasıl etkilediğini ve şekillendirdiğini görüyoruz. Kalıplara uymayan kişi norm dışıdır. Etiketlenir. Bunu kadınlar üzerinden göstermesi de dönemin toplum sosyolojisinin resmidir. Dönemin kadınlarının birbiriyle ilişkisi anlatılmıştır. Ayrıca roman boyunca Fahim Bey'in her konuda şaşırtıcı derecede bilgisinin olduğu, her gün iki gazete okuduğu, hatta cümlelerin altını çizerek okuduğu ve onları biriktirdiğinin üstünde durulduğunu görüyoruz. Öyle gözüküyor ki Hisar, akıllı geçinen insanoğlunun varlığına yaptığı gönderme ile kitabına kara mizahı da ustaca yerleştirmiş. Biraz daha açacak olursak Fahim Bey'in, özellikle anlatıcının babası tarafından karikatürize edilmiş bir görüntüsü oluştuğunu görüyoruz. Dönemine baktığımız zaman, edebiyat eserlerinde genellikle psikolojik yıkımları olan insanların karikatürize edildiği görülür. Acılı da olsa komikleştirilmiş bir tarafları olur. Bunlar travma geçirmiş ve garipliklerinin farkında olmayan kişilerdir. Kara mizah onlar üzerinden kolayca esere yedirilir. Araba Sevdası'nın Bihruz Bey'i, Felatun Beyle Rakım Efendi'nin Felatun Bey'i gibi bu romanımızda da Fahim Bey karikatürize edilmiştir. Fahim Bey ve Biz üzerinden bir örnek de Fahim Bey'in sadrazam olan tanıdığı üzerinden verebiliriz. Kahramanımıza iş sözü vermesine rağmen sözünü tutmuyor ve "evladım bir şey yapamadıysam da düşündüm" (s. 15) diyor. Tam olarak biraz önce bahsettiğimiz meselelere oturan trajikomik bir durum. İnsanı gülmekle hüzünlendirmek arasında bırakan bir noktaya getiriyor.
Dikkat çeken bir diğer nokta da saatler. Yani zaman meselesi. Abdülhak Şinasi Hisar, zaman konusunu Bergson'un felsefi düşünceleri etkisinde ele alışmış. Bergson, yaratıcı evrim teorisinde insan değerlerinin ve kültürlerinin hiç durmaksızın gerçekleşen bir evrim ve değişme sürecinde olduğunu söyler. (CENGİZ) Bu bağlamda kitabımızın felsefesi, hayatın geçici bir manzara olduğu, dünyadaki bütün varlıklar için değişim şeklinde devam edeceği ve değişmeyen tek şeyin değişim olduğu düşüncesidir. Fahim Bey ve Biz'de de saatten öte bir durum var. Zaman algısıyla, değişen kişi algısı tüm roman boyunca gösteriliyor. Anlatıcı göstermenin dışında bunun vurgusunu da ara ara yapıyor. Başlarda anlatıcının hayran olduğu Fahim Bey'i sonlara doğru ahmakça bulduğunu görüyoruz. Anlatıcının, önceleri optimist felsefesinin (her olaya her düşünceye olumlu bakabilme fikri) yansıması olarak düşündüğü Fahim Bey, sonraları, kendi yaşı da ilerledikçe, değişen bakış açısıyla pesimizm felsefesinin (dünya görüşü ve yaklaşımında düzeltilmeyecek kötü bir dünya portresi) yansıması olarak dile geliyor. Yani adeta Abdülhak Şinasi alt zeminden okurlarına; insan değişir. Başkalarını gördüğün göz değişirken ey sen kendin aynı mı kaldığını düşünüyorsun hâlâ? Gerçek seni bilen birileri var mıdır sence? diye sesleniyor hissine kapılıyoruz. Bir nevi okura ayna tutma arzusu olarak da yorumlayabiliriz.
"Hâlbuki aleyhimizde verilen hükümlerin sebepleri çok kere bizim kusurlarımız değil, bize bakanların görüşlerini bulandıran kendi hisleri, acizleri ve öfkeleridir. Zalim size zulüm etmekteki sebebi kendi fena kanında bulur. Sizi ısıran köpek siz ısırılmaya müstahak olduğunuz için değil, kendisi kuduz olduğu için ısırır. Onun için ehemmiyetli olan şey sizin ısırılmanız değil, kendisinin ısırmasıdır." (s.80)
Bunun dışında roman geçmiş zamanı anlatıyor. Bir anlatıcımız var ve bilinç akışıyla geçmişe gidiyor. Yazar, Fahim Bey karakteri üzerinden geçmişi anlatırken hep gelecek hayallerin peşinde koşan bir insan gösteriyor bize. Bu da insanlık hâli dediğimiz noktanın en bariz ve en gizli noktası olabilir. Hepimiz geçmiş için iç çekerken gelecek hayallerinin peşinde koşmuyor muyuz? Burada da yazarımız geçmişin değerini o günden yakalayıp yarına taşıma arzusunu işliyor.
Ayrıca romanda saat olarak zamanın nesneleştirildiğini de görüyoruz. Öyle ki Fahim Bey'in eşi misafirliğe giderken kocaman saati yanında götürür ve çalınca eşi geleceği için kalkar. Burada kültürel bir mesele var. Evin reisi Fahim Bey'dir ve o geldiğinde eşinin evde olması gerekir. O dönemlere baktığımızda doğu ile batı çizgisinde olan insanlar görüyoruz. Hatta bu geçiş dönemi için dış görüntüleri batılılara benzeyen fakat kafaları doğulu kalmış, o eşiği geçememiş insanlar vurgusu çok yapılır. Romanımız daha önce de söylediğimiz gibi Osmanlının son dönemlerinde geçiyor. Abdülhak Şinasi o zamanlara tanıklık etmiş bir Cumhuriyet yazarıdır. Bu yüzden de bireyden topluma sirayet eden, şark medeniyetinden batı medeniyetine geçme çabaları hakkında gerçekçi gözlemlere sahiptir. Bunun yansıması ile romanda o bunalımlı, sancılı ruh hâlleri yer buluyor. Meseleyi saatlere bağlayacak olursak yazar eski şark medeniyetini özellikle eski saatler ile somutlaştırmış. Bir ara "Kimi beylerin ceplerinde taşıdığı ikiyüzlü saatler" (s.26) diyerek yeni medeni saatlerden de bahsediyor. Bir yüzü ezan saatiyken diğer yüzü Avrupai olarak anlatılıyor. Burada bir yandan medeniyetin iç içe geçmesi simgelenmişken diğer yandan da sırt sırta oluşuyla bir uyumsuzluğa gönderme yapılıyor. Bu saatler için "ikiyüzlü" ifadesini kullanmasını kitabın bütünüyle de anlamlandırırsak medeniyet buhranı yaşayan yeni insan tipine ironik bir gönderme olarak değerlendirilebilir.
Bununla birlikte Abdülhak Şinasi Hisar, geçmişi unutmanın ne gibi sorunlar doğuracağını ironik olarak köpek üzerinden de göstermiş. İnsan önemsiz gördüğünü, artık anlamının değiştiğini ya da değersizleştirdiğini unutmaya meyillidir, mesajını almamızın yanı sıra bireysel hafızada olduğu gibi toplumsal hafızanın da unutkanlığına dikkat çekiyor. Köpeğin geçmişe dair hatırladığı tek şey ismidir ve ancak ismini duyunca sakinleşmektedir. Satırların derinliklerinde bir toplum nereden geldiğini, kökünü unutursa ne yaptığını bilmez, kimliksizleşir mesajı var. Böylece; insan yaşantısında geleneği, medeniyeti, alışkanlıkları geçmişe giderek ön plana çıkaran roman, geçmiş zamanın unutulmamasını, geleceğin inşasında geçmişe hak ettiği yerin verilmesi gerektiği düşüncesini ustaca işlemiş gözüküyor. Ona göre eski, yeninin içinde yaşamaya devam etmelidir.
Eserde dikkat çeken bir başka mesele de Fahim Bey'in babasını memnun etmek için konak kiralaması ve peynire olan tutkusudur. Bu ikisini bağdaştırarak bir çözümle yaparsak yazarın bilinçaltının yansımalarını görebiliriz. Romanda Fahim Bey, babası henüz İstanbul'a gelmemişken ve gelme ihtimali daha ortada yokken tutuyor konağı. Gerekçesini de arkadaşlarına olurda Bursa'dan birileri gelir, görür babamın kulağına hoş sözler gitsin şeklinde açıklıyor. Bunun kültürel bir meselenin yansıması olması dışında psikolojik bir açılımı da var. Yazarın metnine hiçbir şey tesadüf eseri girmez. Bilinçaltının çağrışımları vardır. Bilinçli ya da bilinçsiz, yazar o mesajı vermek istemese de kullandığı semboller yüzeysel okumada anlaşılmayacak ancak derin okumalarda çözümlenebilecektir, buradaki peynir onlardan biridir. Peynir sembol dillerinde anneyi temsil eder. Yazarımızın hayatına bakınca tüm bunların anlam bulduğunu görürüz. Abdülhak Şinasi'nin annesi ile babası boşanmışlar ve Abdülhak Şinasi annesiyle kalmış. İç dünyasında ciddi bir baba özlemi var. Buradaki metinde de babayı memnun etme çabasını okurken anneden hiç söz edilmediğini görüyoruz. Midesi kötü olduğunda dahi sofrasından peynirin eksik olmadığını söylemesi gibi anne figürü onun hayatında hep vardı. Onun bir eksikliğini yaşamadı. Ancak tüm hayatı boyunca babasının ona sen hitabıyla mektup yazmasını dilemiş. Görüldüğü gibi hiçbir metin yazarından bağımsız değil. Çözümlemelere girmişken rüya meselesine de değinmek gerek. Dillerden dillere dolaşan Fahim Bey'in bir rüyası var. Rüyaya geçmeden önce bu iç meselelerin dillerden dillere dolaşmasının da hep eşinin sayesinde olduğunu gözden kaçmamak gerek. Eşi safça bir niyetle anlatıyor ama dışarıda o safiyet kayboluyor. Buradaki mesaj da ne olursa olsun iç meselelerin bu kadar dışa açılmaması gerektiği diyebiliriz. Yoksa romanda olduğu gibi herkes yaşamımız hakkında yorum yapma yetisini kendinde görebilir. Rüyaya dönecek olursak herkes farklı bir yorumda bulunuyor ancak eniştenin yorumuna ayrı bir bölümde genişçe yer verilmiş. Hasta yatağında yatarken "iş anlaşıldı! dedi, herif nalları dikecek!" (s.66) yorumunu yaptığını ve sabahında da eniştenin ölüm haberini okuyoruz. Abdülhak Şinasi Hisar, aslında herkesin dışarıya bakmaktan kendine bakmadığı, kendi halinin ne olacağını bilmeden nasıl da başkaları için ahkâm kestiğinin mesajını çok güzel ve zekice vermiş.
Bir de değinilmesi gereken kıyafet meselesi var. Roman akışında Fahim Bey Londra elçiliğine 3. kâtip olarak atanıyor ve kendisine gardırop düzenlemek istiyor. Şanına yakışır olmalı diye hayal ediyor çünkü devleti temsil edecek. Bununla birlikte saygınlık kazanmak istiyor ve bu yüzden İngilizvari giyinmesi gerektiğini düşünüyor. Yapılan hazırlık karşısında oraya elçi olduğu zannına kapılabiliyorsunuz ancak o sadece 3. kâtip oluyor. Aslında bir kara mizah meselesi daha diye yorumlayabiliriz. Öyle ki eve gelen kıyafetlerle tüm koltuklar doluyor. Modası geçse bile bütün hayatı o elbiseleri giymekle geçiyor. Eski kuşaklarda bilinen bir kıyafet disiplini vardır ve bu tüm romanda layığıyla anlatılıyor. Ancak esas mesele daha önce de bahsettiğimiz gibi o dönemin dışı batılı içi doğulu insanlarının romanda ayrıca kıyafetler üzerinden de gösterilmesidir.
Tüm bunlarla birlikte Abdülhak Şinasi Hisar'ın aslında meselesi doğu batı değildir diyebiliriz. Bu roman onun için yazılmamış ama dönemin gerçekliğini yansıtmak için de değinilmiş. Hisar'ın ana meselesi insan, insanın halleri, gelişimi ve değişimidir. Romanı etkileyici kılan da bunların yapaylık olmadan işlenmiş olmasıdır. Gerçekliği farklı bakışlarla iletmiş ve duygusal gerçekliklerle bütünleştirmiştir. Bir hareketi bir olayı değil duyguyu, insani gerçeklikle hissettiriyor. Belki de yazılmasa görünmez olacak, unutulacak, bireyin savrulma serüvenini tarihe not düşmek ve bugün bizlere ulaştırmak için...
Abdülhak Şinasi Hisar
Fahim Bey ve Biz
Bağlam Yayınları
151 sayfa
Yazar: Merve YURTSEVER - Yayın Tarihi: 05.11.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 14.10.2025 10:43
