Taş Kâğıt Makas
Oyun deyip geçmemek lazım. Oyun oynamak çocuklar için çok önemlidir. Hatta hayati önem taşır. İnsanın doğduğu andan itibaren 10-11 yaşına kadar devam ettiği kabul edilirse çocukluk döneminde çocuklarla özdeşleşen en önemli kavram oyun oynamaktır. Çocuklar oyunlarla deneyimler yaşamakta ve kişiliklerinin temellerini atmaktadırlar. Öğrendikleri her türlü bilgi ve beceriyi oyunlara katarak pekiştirir ve dünyayı oyun aracılığıyla anlamaya çalışırlar. Oyun hayatla aralarındaki somut araçtır.
Çocuğun ilgi alanına giren her türlü eylemi oyun olarak adlandırmak mümkündür. Geçmişte oyun daha çok başkalarıyla yapılan bir etkinlik olarak algılanırken günümüzde bu algının kılık değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bugün çocukların tek başına oyun oynaması sanal ortamın varlığıyla mümkün. Bu durum var olan algıyı değiştirmiş durumda. Şu da bir gerçektir ki çocukluk geçse de oyun oynama olgusu geçmemektedir.
Çocukluk çağını geride bırakmış her bireyin dinmeyen oyun oynama isteklerini teskin etmek için bowling, langırt ve bilardo gibi salon oyunları, scrabble, tabu ve monopoly gibi kutu oyunları oynarlar. Kutu ve salon oyunlarının benzerlerini internette bulmanın hiç de zor olmadığı düşünülürse merkezinde oyun ana fikri olan TV dizilerinin yoğun bir izleyici kitlesini ekran başına çekmesi şaşırtıcı olmaz. Güney Kore yapımı "Squid Game" adlı dizi Netflix'te yayınlanmaya başladığında uzun süre "en çok izlenenler" listesinde ilk sırada yer alması bu durumun bir tezahürüdür. Oyun oynama isteğini TV'den gerçek hayata adapte eden kaçış ve korku oyunu evleri bir diğer teskin edicidir. Hatta aldığı yoğun talebi karşılamak adına ve de daha korkunç ve ilginç olsun diye gecenin karanlığını oyuna dahil etmek için geç saatlere kadar oyuncu kabul etmektedirler.
Geçmişten bu güne oldukça değişiklik gösteren oyun türlerine karşın değişmeyen şey oyun oynama isteğidir. Bu günü bir yana bırakırsak çocukken ne oynadığımızı düşündüğümde daha çok ilkokul çağlarında oynadığımız oyunlar geliyor aklıma. Teneffüslerde oynamaktan keyif aldığım; körebe, yağ satarım bal satarım, birdirbir, istop ve yakan top ilk aklıma gelenler. Sonrasındaysa, çok defa denesem de oynayamadıklarım aklıma geliyor; bir türlü çalamadığım ıslıkla su yüzeyinde sektiremediğim taşlar bu kategorideler. Bu yüzden Resul Bulama 'nın "Taş Sektirme Ustası" adlı kitabı bana çok kez deneyip de bir türlü muvaffak olamadığım taş sektirme seanslarını hatırlattı.
Gelelim Ustaya…
Kitapta ilk dikkatimi çeken kapak oldu. Siyah ve gri tonlarının kullanıldığı, sadeliğin hüküm sürdüğü kapak grafiğinde siluet şeklinde tasvir edilmiş bir adamın suda taş sektirme hali resmedilmiş. Bu mizansen taşın suya atıldığı mekânın bir köy ya da kasaba olduğu hissini veriyor. Kapağı çevirdiğinizde yazara ait kısa özgeçmişin ardından eserin 22 bölümden oluştuğu bilgisini veren içerikle karşılaşıyor okur. Bölüm isimleri oldukça dikkat çekici, merak uyandırıcı. Sabır taşı, dilek taşı, nazar taşı, süs taşı, köşe taşı, mihenk taşı, temel taşı, kilometre taşı… bunlar bu güne değin duyduğum taş isimleriydi de içeriği okuyunca meğer duymadığım birçok taş ismi olduğunun farkına vardım: Ayna Taş, Yada Taşı, Soluk Taşı, Ahlat Taşı gibi…
Sonraki sayfada ise bir teşekkür metni var; "okumayı öğreten ve sevdiren öğretmenlerime" diye başlayan metinde "ve özellikle beni hayal kırıklığına uğratanlara" sözcük öbeği dikkat çekiyor. Böylece, Taş Sektirme Ustası bir taşlama* ile başlamış oluyor meramını anlatmaya. Hikâyeler bir taş gibi sekmeye başlıyor ve 22 defa sekiyor. Hem de ahenkle ve bir önceki hamleyi unutturmamacasına. Bir önceki hamlenin izini nakşederek, muhafaza ederek ilerliyor menziline.
Taş fırın simidini yemekten kuyumcudan tek taş almaya, arkadaşlarla taş kâğıt makas oynarken taşın makası, makasın kâğıdı, kâğıdın da taşı yendiğine taraf olmaya, taşa yazılmış insanlık tarihini arkeolojik buluntulardan deşifre etmeye kadar hayatımızda olan taşların hikâyesi var kitapta.
Okudukça bir parça Oğuz Atay yalnızlığı, kalabalıklardan uzak durma isteği, "ben bana yeterim" düşüncesi, kahramanın iletişim kurma isteksizliği, sosyal hayata karış(a)mama izlekleri varsa "korku" teması yok satırlarda. Anlatılması zor bir nesne olan taşlarla hayatı anlatmaya çalışan yazar suya her bir taş fırlatılışında okuru da yanında o yere götürmüş kitabın kahramanı genç adam. Yani Selim Bey 'in oğlu.
Dedesi gibi taş sektiren ve bunu miras olarak kabul eden Melahat Hanım 'ın oğlunun sırt çantasındaki taşları sayfadan sayfaya sürükleyen satırlarda dikkat çeken ifadeler, akılda kalıcı cümleler var. Bu cümleler kendisini birden fazla defa okuturken yahut altını çizdirip belirginleştirirken malumatfuruşluktan uzak bir nitelik sergiliyorlar. Bu özellikleri neticesinde benim de hemen hemen bölümlerin tamamında notlar yazıp altını çizdiğim yerler oldu. Birkaçını örnek vermek isterim:
"İnsan içinde olanı tutamıyor ki çıkıyor en sonunda." s.29
"İnsanın içinde dişliler var bence. Tıkır tıkır çalışıyorlar. İçlerinden biri kırılmayagörsün, hep aynı yere takılıp kalır insan. Döner duru dolap beygiri gibi." s.35
"Yükü ağır olana saygı vardı o vakitler." s.61
"Belki de insan ne kadar susuyorsa kendini iyi hissettiğinde o kadar çok konuşuyor." s.63
Kitabı okuma listesine alan okurlar için çok spolier vermemek adına bu kadar kâfi olmakla birlikte şimdi yazacağım son alıntı ise "duvarı nem insanı gam yıkar" türünden: "Taşımla beraber ineceğiz derin sulara. Ben ona ağırlık olacağım o bana değil." s.104
Sayfadan sayfaya sevk edilen taşlar bazen bir deyime, bazen bir atasözüne, bazen bir halk türküsüne, bazen de bir betimlemeye saklanmayı deneseler de kıyısından köşesinden onları görmek mümkün. Ölçülüp tartılmış, özenilmiş ve çok düşünülmüş anlatıyla yazarın hayata karşı söylemek istediği her şeyi taşlarla söylediğini düşündürüyor.
Taş sektirmeye meraklı Selim Bey ve Melahat Hanım 'ın dedesinden kalan mirası özenle yaşatan oğulları bir defa nişanlanmış. Nişan bozulmuş. Şimdi ikinci defa nişan hazırlığı yapıldığı aktarılan sayfalarda metafor olduğunu düşündüğüm ifadeler mevcut kitapta. Örneğin suya batmak ölüm demek. Dalgaların yumuşattığı demek hayatın yoğurup adapte ettiği demek. Denize atılmayıp biriktirilen, bodrumda saklanan taşlar demek paylaşılmayan dertlerin, hayat gailesinin ketumca sırtta taşınması, kimseyle paylaşılmaması demek. Denizden çıktığı halde hiçbir taşın birbirine benzememesi demek, parmak izi, ses tonu hatta yürüyüşü dahi birbirine benzemeyen insanoğlu demek. Pürüzsüz taş demek kusursuz, ideal insan, nesne, olay ve evren demek.
Ve önemli bir soruyu da avuçlarıma bıraktı kitap. Aklımı kurcaladı bu soru. Düşündürdü hayli vakit. Bulduğum cevapları sıraladım, baktım çok zengin süslü püslü oldu. Sadeleştirdim. Baktım öyle de çok yavan oldu. Henüz bir cevap bulamadım yani. Sonra istedim ki buraya yazayım biraz da sizler düşünün: "Herkesin avuçlarında bir şey kalır ihtiyarlayınca. Son gücünü ona saklar. Sen yaşlansan ne kalır aklında, hiç düşündün mü?" s.35
Sonuç
"Meyve veren ağaç taşlanır" derdi babam, nur içinde uyusun. "Mezar taşı okuma, unutkanlık yapar" diyen anneme ise uzun uzun ömürler dilerim. Bendenizin taşlarla olan geçmişinin bu iki hususta aktarıldığı kadar sığ olmasına karşın derinlikli anlamlara geldiği yadsınamaz bir gerçektir. Örneğin; simya ilmine göre felsefe taşı, aydınlanmanın sembolüdür ve simyacıların ölümsüzlükle birlikte en büyük amacı felsefe taşını bulmaktır. Simyada olduğu kadar, kimya, mitoloji ve edebiyat sahnesinde kendisine yer bulan felsefe taşının nesneleri altına dönüştürme gücüne sahip olduğuna inanılırmış. Bence Resul Bulama kendi felsefe taşını bulmuş ve hikâyelerinde dokunduğu her taşı altına çevirmiş. Çoğu kişinin aksine yerde kalmaya mahkûm, değersiz ve belki de gereksiz olarak algıladığı taşları yerden almış, arındırmış ve anlatımıyla değer katmış.
Meditasyon ve ruhsal dinginlik sürecinde olduğu kadar mutluluk ve huzur arayanların, pozitif enerji depolamak isteyenlerin de taşlardan yardım almakta olmasından hareketle; Taş Sektirme Ustası 'nca kelimelerin arasana saklanmış taşlar okunduğunda okuyanın ruhunda aynı etkiyi oluşturması muhtemel. Ekmeğini taştan çıkaranlar gibi hikâyesini taştan çıkaran Resul Bulama çakıl taşlarına bile değer katmış. Sanki taşlara fısıldamış. Fısıltılı taşları okuyan okur da ona fısıldıyor; kaleminizin yolu taşsız olsun.
* "Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla koşma nazım şekliyle yazılan bir halk şiiri türü" olsa da naçizane bendeniz burada mecaz bir anlam etkisi oluşturmayı amaçladım.
Resul Bulama
Taş Sektirme Ustası
2023, İstanbul
120 sayfa
Şule Yayınları
Yazar: Necla DURSUN - Yayın Tarihi: 28.02.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 28.02.2023 11:20
Kitabı okuma isteğim bir kere daha arttı. Güzel bir değerlendirme olmuş. Kitap alıntıları, kitap ismi ve kapağa olan yorumlar dahi çok şey anlatıyor. Yazara ve size teşekkürler.
Necla Hanım özenli okumanız ve değerlendirmeniz için teşekkür ediyorum. Sadelik ve kitaba uyum konusunda kapakla ilgili çok olumlu geri dönüşler aldım. Bu vesileyle Ayşe Ural’a tekrar teşekkür ederim. Yaşlılık ve taşlar konusunda sizde iz bırakmasına sevindim. Yazınızı okuduktan sonra şöyle söyleyebilirim sanıyorum. Ben yaşlansam, yazdıklarımı özümseyen, beni anlayan bir inceleme kalır avuçlarımda.