Yeni Kitap Söyleşisi: Yunus Emre Altuntaş
Yazım süreciniz nasıl? Hemen hemen her yazarın belli başlı bazı uygulamaları var. Örneğin Hemingway'in her sabah 500 kelime yazması, Balzac'ın günlük 50 bardak kahve içmesi, Milton'un kör olduktan sonra her sabah yardımcısının ona İncil'den pasajlar okuması ve ardından bu pasajlardaki imgeleri zihnindeki yansımalardan hareketle yazması gibi. Sizin de böyle bir rutininiz var mı?
Çalışan birisi olduğum için gündüzleri yazmaya vakit bulamıyorum. Bu sebeple benim için günün okunan ve yazılan kısmı akşam saatlerinde başlıyor. Genellikle gece yarısına kadar okurum, yazılarımı ve şiirlerimi ise hafta sonları gece yarısından sabaha kadar yazarım. Şimdilik rutinim bu şekilde. İş yerinde de fırsat buldukça okumaya çalışırım. Yazmak için odamda, masamda olmam lazım. Her yerde yazabilen biri değilim. Özellikle şiir bahsinde bu böyle…
Sizin için yazmak hayal kırıklığının dışa vurumu mudur; yoksa hayal kurmanın en güzel yolu mudur? Nasıl tanımlarsınız yazmayı?
Her zaman yazar ve şairlerin dertli insanlar olduğunu düşünmüşümdür. Bu kırgınlıktan çok hayatı değiştirme amacıyla ilgili sanırım. Gördüklerini, duyduklarını sindirmekte zorlanır şairler. Bu sebeple de itirazlarını ve önerilerini yazıya veya şiire dökerler. Bu ister şahsi sıkıntıları olsun ister topluma veya dünyaya dair olsun bir çıkış yolu arama biçimidir. Benim tercihim ekseriyetle çevremde olan bitenleri dert etmek üzerine kurulu. Şahsi dertlerimin dünyada olan bitenlerle karşılaştırıldığında "hiç" mesabesinde olduğunu anladığım anda kendimden bahsetmek bana zül gelir. Bu sebeple de şiirlerimde dünyanın dertlerini kendi derdim saymaya çalışırım. Bu aynı zamanda ileriye dönük bir ümidi aşılamak çabasını da içerir.
Ben şair olmalıyım dediğiniz anı hatırlıyor musunuz? Neydi yazmalıyım dediğiniz ilk olay yahut durum? Sizi özellikle teşvik eden biri oldu mu?
Lise yıllarında hatta ondan öncesinde ders esnasında defterimin arka sayfalarına bir şeyler karalamayı severdim. Can sıkıntısını gidermek için yaptığım bu karalamalar bir şekilde okuduklarımın yansımaları olurdu. Bir özlü söz, bir mısra, alıntı veya metafor o sayfalarda çoğalıp başka şekiller alırdı. Bu anlamda şiire dair içimde yakınlık duyduğumu her zaman hissetmişimdir. Okuyan bir baba ve ağabeyim vardı. Fakat çevremde kimse şiir okumazdı. En azından ben hatırlamıyorum. Ben roman, hikâye, şiir ne bulursam okuyordum. Bu okumalar bir noktadan sonra beni yazmaya yönlendirdi sanırım. Her insanın söyleyecek bir şeyleri vardır lakin bunları yazan azdır. Lise yıllarında yazmaya başlamış olmam, çevremdekilerin bunu teşvik etmesi ve ileriye dönük hayallerim bu süreci hızlandırdı diyebilirim.
Yazar/ şair olmak isteyenler genellikle kendilerine bir usta seçip onun önerilerini kılavuz bilir. Yazar adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Erken yaşlarda bir veya birkaç ustanız olması doğaldır. Etkilendiğiniz yazar veya şairler sizin önünüzü açar ama nihayetinde o yoldan yürüyecek olan sizsiniz. Ustalarınızdan aldığınızı ilerletmeniz gerekir. Bu sayede kendi sesinizi bulabilirsiniz. Bu sebeple okumalarınızı çeşitlendirmeniz işinizi kolaylaştıracaktır. Sabırlı olmak işin püf noktası. Yazar veya şair olmak bir süreç gerektirir. Doğuştan gelen yeteneğiniz olsa bile hamlığınızı gidermek için o yolu düşe kalka almanız şarttır. Bir süre sonra kendi sesinizi bulduğunuzu fark edersiniz ve ondan sonrası kolaylaşır. Benim tavsiyem her şartta sürekli okumaktır. Öbür türlü kendi sesinizi diri tutamazsınız.
Yazmasa çıldıracak yazarlardan mısınız; yazmasanız ne yapardınız?
Yazmak insanı sağaltır. Bu bir hakikat. Fakat "yazmasaydım çıldıracaktım" derecesinde bir yaklaşım sıkıntılı geliyor bana. En azından İslam inancında tutunacak dal belli iken "çıldıracaktım" demek çok dünyevi bir yaklaşım olur. Haddimizi aşmadan üzerimize düşeni yapmaktır aslolan. Kiminin hayatı şiirdir, kiminin de yazdıkları. Ben olaya bu açıdan bakıyorum. Herkes yazmak zorunda değil. Lakin herkes şiir gibi yaşamak idealini benimsemelidir diye düşünürüm.
Kendinize en yakın bulduğunuz roman kahramanı yahut bir şiir/şair var mıdır?
Karamazof Kardeşler'in Alyoşa'sı, Sefiller'in Jan Valjan'ı, Ya Tahammül Ya Sefer'in Kerim'i, Tolstoy'un Anna Karenina'sı, Cervantes'in Don Kişot'u, Tutunamayanlar'ın Selim'i, Salinger'in Holden Caulfield'ı, Herman Melville'in Kâtip Bartleby'si, Rasim Özdenören'in Gül Yetiştiren Adam'ı, Tanpınar'ın Mümtaz'ı gibi onlarca kahramanım var diyebilirim. Sezai Karakoç'un "Ötesini Söylemeyeceğim", Cahit Zarifoğlu'nun "Yedi Güzel Adam", İsmet Özel'in "Savaş Bitti", Rimbaud'nun "Esrik Gemi" şiirleri benim en sevdiklerim arasındadır.
Her yazarın bir derdi var derler, sizin derdiniz nedir?
Benim tek derdim dünyadaki haksızlıkların son bulması ve Müslümanların felaha ermesidir. Milletimin ayağa kalkmasını bu derdimin merkezine koyuyorum. Tüm yazdıklarım bu derdin yansımalarından ibarettir.
Yeni kitabınız Çözümlemenin Estetiği çıktı, hayırlı olsun. Türk edebiyatında eleştiri eksikliğinden sıkça yakınılır. Önsözde kitabın bir arayışla ortaya çıktığından bahsediyorsunuz. Biraz bu arayıştan ve sizi böyle bir eser yazmaya iten sebeplerden bahsedebilir misiniz?
Eleştiriyi şiirle birlikte ilerleyen bir süreç olarak görüyorum. Çünkü eleştiri bilmeden şiir yazmak edebiyat tarihi içerisinde kendinizi konumlandırmanızı zorlaştırır. Ne yazdığını bilmeyen, yazdığının edebiyat içerisindeki yerini bilmeyen birinin durumu karanlıkta yol almaya benzer. Kaldı ki Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Eleştiri okumayanların sıklıkla "evraka" diyerek ilan ettikleri "deneysel" şiirlerin tarihte pek çok örneği bulunduğunu bilmemesi o şairi komik duruma düşürür. En azından bu duruma düşmemek için eleştiriyi bilmek gerekir. Bu, işin faydacı yönü. Aslolan şairin veya yazarın eserine olan dikkati ve beklentisi için eleştiri bilmesi zorunluluğudur. Geçmişin üzerine yeni bir üslup bu sayede eklenebilir. Özellikle son üç asrın doğu ve batı klasiklerini, şiirini bilmek gerekir. Bu sayede bugünün şiirini yazmak kolaylaşır. İşte bu sebeple eleştirinin kaynaklarına inmeyi kendime şart koştum. Yüzlerce eleştiri kitabında parçalar halinde yer alan hasılayı "Çözümlemenin Estetiği" çatısı altında bir araya getirdim. Bizden sonrakiler modern şiirin gelişim ve dönüşüm süreçlerini ana kaynaklarından kolaylıkla takip edebilsin, bugünün şiirini daha iyi kavrayabilsin diye bunu yaptım. Umarım faydalı olur.
Çözümlemenin Estetiği'nde yelpazeyi çok geniş tutmuşsunuz. Eleştirinin temeli ve öncü isimleriyle başlayıp modern şiir tartışmalarına, çözümleme örneklerine bile yer vermişsiniz. Bu geniş çalışmanın yazım süreci nasıldı? Ne kadar zaman aldı, farklı dergilerdeki yazılar mı bir araya geldi?
Uzun zamandır dergilerde eleştirel metinler yayımlıyorum. Elbette bu yazılar bir takvim çerçevesinde ilerliyor. Daha çok isimler üzerinden şiirin gelişimini anlamaya çalıştım. Çünkü akımlar üzerinden gidildiğinde iş çetrefil hale geliyor. Ömründe birbirinden farklı hatta tamamen zıt akımların içinde yer almış isimler olduğu için bu zorluk yaşanıyor. Ben de şairlerin nihai duraklarını dikkate alarak şiirin gelişimini özetlemeye çalıştım. Alman Romantizminin etkisiyle Fransa'da başlayan modern şiirin 19. yüzyılın başlarından bugüne ulaşan serüvenini kavradığımızda bugünün Türk şiirini de kavramak kolaylaşıyor. Çünkü günümüz modern Türk şiiri bu gelenek üzerine kendi sesini/üslubunu katarak inşa edilmiş. Özellikle 20. Yüzyılın ilk yarısı tüm sanat dallarında olduğu gibi şiirde de üslup denemelerinin yoğunlaşmasına sahne oldu. Kitabımda geçmişten bugüne uzanan dönemsel tartışmaları da ele alarak bugüne etkilerini göstermeye çalıştım. Gördüğüm o ki modern şiirin başlangıcı Edgar A. Poe'nun etkisiyle ilk modern metinleri kaleme alan Baudelaire ile başlamış ve Rimbaud ile bütünlüğünü sağlamıştır. Bu anlamda bu üç isim için modern şiirin asıl kurucuları diyebiliriz. Mallarme, Verlaine, Lautréamont, Valery, Pound, Eliot gibi isimler ise bu şiiri yaygınlaştırmıştır. Tüm bu isimleri ayrıntılı şekilde incelemek on yılımı aldı. Halen de incelemeye devam ediyorum. "Çözümlemenin Estetiği" işte bu sürecin bir verimidir.
"Çağdaş Şiir Geldi Boşluğa Dayandı" dediğiniz bir bölüm var kitabınızda, ben bu cümleyi okuyunca durdum. Üzerine düşünmek ve konuşmak gerekir dedim. Okurlarımız için biraz açar mısınız çağdaş şiirdeki boşluklar nelerdir size göre?
Şiirin en büyük handikapı şairlerin egosudur. Her şair ilk olmak, benzersiz olmak ister. Bu şiirin doğasında var. Lakin işi abartıp geçmişte denenmiş üslupları bugün yeniymiş gibi sunanlar da var. Bu Ali Cengiz oyuncularının elini kolaylaştıran ise okurların eleştiri bilmemeleridir. Eleştiri okunmayınca "evraka" diye haykıran bu tiplerin manifesto çılgınlığı alıp başını gidiyor. Oysa her dönemde aslolan sağlam metin yazmaktır. İster şiir olsun, ister hikâye önemli olan yazdığın metnin yeni olmasının yanı sıra sağlam bir yapıyı haiz olmasıdır. Dikkat edildiğinde görülecektir manifesto tutkusuyla, şiir tarihinde bir rol kapayım amacıyla yola çıkanların ekserisinin metinleri zayıftır. Biz bunu görüyoruz çünkü eleştiriyi de tarihini de biliyoruz. Lakin genel okur kitlesi eleştiriden uzak durdukça Amerika'yı yine yeniden keşfettiğini iddia eden egosantrik tipler eksik olmayacaktır. "Şiir geldi boşluğa dayandı" ifadem işte bu tiplerin bir eleştirel parodisidir.
Çözümlemenin Estetiği'nde "Eleştiride, öznenin karşısına konması gereken şey nesne değil, onun yüklemidir. Başka bir deyişle, eleştirmenin karşısındaki nesne yapıt değil, kendi dilidir." diyorsunuz. Bir eleştirmenin dili nasıl olmalıdır, biraz bahseder misiniz?
Bunu sadece ben söylemiyorum. Rus Biçimcilerinden Yeni Eleştiri'ye hatta Yapı Sökümcülere kadar pek çok modern eleştiri kuramında metnin anlamından çok söyleyiş biçimi öne çıkar. Yani şiirde anlattığınız şeyden ziyade o şeyi nasıl anlattığınızdır aslolan. Şiiri diri tutan da biçim ve üslup arayışıdır. Bunu tespit edebilmek için de çok geniş okumalar yapmış, eleştirel kaynaklara hâkim, sanat duyarlılığı gelişmiş eleştirmenlere ihtiyaç var. Günümüzün en önemli problemi yetkin eleştirmenlerin yeterli sayıda olmamasıdır. Bu sebeple de anakronik yorumlar ortalığı kaplıyor. Bu zorluğu ve karmaşayı aşmak için metnin üslubunu merkeze alan bir eleştiri anlayışına ihtiyacımız var.
Kitabınızda Müslüman şairin poetikasını beş temel esasa dayandırmışsınız. Okurlarımız için biraz bahseder misiniz bu esaslardan?
Müslüman şairi dünyadaki benzerlerinden ayıran sınırlar olması gerektiği kanaatindeyim. Bu gereklilik kendisini önce "Müslüman" olarak gören şairler için geçerlidir. Bu anlamda Müslüman şairin şiiri nasıl olmalı veya olmamalı noktasında Kuran ve hadis kaynaklarını da inceleyerek böyle bir kılavuz metin ortaya koymaya çalıştım. Bu vurgumun bir sebebi de içlerinde Nazım Hikmet, İlhan Berk, Cemal Süreya gibi kimi şairlerin Kuran'daki "Şuara/Şairler" suresini başını sonundan ayırıp yorumlamış olmalarıdır. Maalesef bu yanlış ve eksik yorum silsile halinde bir ezber haline gelmiş ve özellikle sol camianın şairlerinde tekrar etmiştir. Oysa aynı surenin sonunu da aktarsalar bu yanlış algı ortaya çıkmayacaktı. Söz konusu şairler elbette bunu bilinçli olarak yapmışlardır. Kendisini dine mesafeli bir ideolojiye hizmetle vazifeli gören bu şairlerin yaptığı şey en basit tabiriyle dezenformasyondur. Sonraki gelenlerin bu bilgiyi araştırmadan tekrar etmesi ise kolaycılıktır. Hatta kimi Müslüman şairlerde bile bu yanlış bilginin peşine düşenler olduğunu görüyoruz. İşte bu yanlışlığı düzeltmek için İslam'ın şiir ve şair konusundaki görüşlerini ayet ve hadislerden yani ana kaynaklardan göstererek düzeltmeye çalıştım. Kitapta ayrıntılı olarak anlattım ve burada da kısaca belirtmek isterim ki bahsi geçen pek çok ayet ve hadislerden anlaşılacağı üzere İslam dini bir sanat türü olarak şiire, bir sanatçı türü olarak şaire asla karşı değildir. Allah'ın ayetlerine saldırmayan, hakikati gizlemeyen, şeytanın değirmenine su taşımayan şairlerle İslam'ın hiç bir derdi yoktur. Ayetlerde açıkça kınananlar dönemin müşrik şairleri ve bunlara benzeyen tüm şairlerdir. İndirilen ayetlerin şiir olmadığı, Hz. Peygamber'in (sav) de şair olmadığı vurgulanan bir diğer husustur. Çünkü Kuran'ın her bir ayeti şiirin çok üzerinde bir belagat numunesidir. Müşrik şairlerin onu tanımlarken açıkça "şiirdir" diyememeleri de bu yüzdendir. Bu anlamda "Müslüman şair" tanımı, Kuran'ın tarif ettiği ince çizgiyi aşmayan, Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda şiir inşa eden Allah'a iman etmiş şairleri içine alır. Yukarıda ismi geçen şairlerin görmezlikten geldiği Şuara 227. ayette geçen ifadeler bir şairde olması gereken özellikleri açıkça bildirmektedir. Şu halde Kur'an tarafından eleştirilen husus şairlik değil, kimi şairlerde görülen kötü özelliklerdir. Hz. Peygamber (s.a.v.) ve Müslümanlar, özellikle İslam'ın ilk döneminde Kureyş ve Kureyş'in şairlerinden sözlü saldırı ve aşağılamalara maruz kalmaktaydı. Hicretten sonra olanca hızıyla artan ve kamuoyunu büyük ölçüde etkileyen bu sözlü saldırılar Müslümanları çok üzmekte ve rahatsız etmekte idi. Bu saldırılara aynı yöntemle karşılık vermenin gerekli olduğu kanaatine varan Efendimiz, bu konuda ashabdan Sabit b. Kays (r.a.), Ka'b b. Mâlik (r.a.), Abdullah b. Revâha (r.a.) gibi bazı şairleri görevlendirmişse de Hassan b. Sabit (r.a.) kadar etkili olan çıkmamıştır. Hassan b. Sabit (r.a.): "Seni hak ile gönderene yemin olsun ki onları şiirlerimle deri parçaları gibi paramparça edeceğim." demiştir. Resûlüllah (s.a.v.) da bu şiirlerin Kureyş'e ok atmaktan daha etkili olduğunu belirtmiştir. (Müslim, Fezâllu's-Sahâbe: 157) Kuran'da kınanan şairler ile desteklenen şairler bu şekilde ortaya konmuştur. Kaldı ki Resulullah'ın (sav) pek çok olayda sahabelerinden şiir dinlediği, şiir okunan meclislerde bulunduğu, müşriklere karşı şiirleriyle cihad eden sahabelerini desteklediği ve şiiri hikmet olarak gördüğü sahih hadis kaynaklarında açıkça görülmektedir. (Buhari, Edeb 90-91; Ebu Davud, Edeb 95; Tirmizi, Edeb 69-70; İbnu Mace, Edeb 41; Müslim, Şiir, 1; Müslim, Fezailu's-Sahabe 153-157) Yani şiir hiçbir şekilde İslam'ın temel kaynakları olan Kuran ve sünnete aykırılık taşımamalıdır. Yazılan şiir Kuran ahlakı ile ahlaklanmış Hz. Peygamber'in (sav) bizlere öğrettiği İslam ahlakına aykırı olmamalıdır. Küfre çağıran, İslami değerlere saldıran, insanı şehevi arzulara yönlendiren, argo kelimeler içeren, insanı her türlü ahlaksızlığa sevk eden şiirler bu sınıfa girmektedir. Diğer yandan Hz. Peygamber'in (sav) cahiliye dönemi şairlerinin aşk ve özlem içerikli şehvete hitap etmeyen kimi şiirlerini dinlediği bilinmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere yazılacak şiirin İslami bir içerik taşıması zorunluluğu yoktur. Doğa, aşk, insan, kahramanlık, özlem, savaş gibi her konuda genel ahlaka aykırı olmamak kaydıyla şiirler yazılabileceği ve bu şiirlerin meclislerde hatta mescidlerde dinlenebileceği ifade edilmektedir. İslam dini şiir konusunda her hangi bir ölçü, vezin, kafiye veya üslup dayatmasında bulunmamaktadır. İslam sadece şiirin manasına ve amacına dikkat kesilmekte bunun dışında sanatsal yönüne herhangi bir kısıtlama getirmemektedir. İslam'a göre tüm insanlar gibi şair de hevasıyla yani yaratılışından gelen nefsî/iğreti istekleriyle hareket etmemelidir. Bu anlamda şairin yazdığı şiirlerin bir derdi bir amacı olmalıdır. Şiir ve şair halktan kopmamalıdır. Yani lisan olarak da tutum olarak da şiir ve şair halkın konuştuğu dili temel almalı, halkın meseleleriyle hemhal olmalıdır. Ve nihayet Müslüman şair İslam'ın bir şubesi olduğu şuuruyla hareket etmelidir.
Cevaplarınız için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.
Yazar: Tuba YAVUZ - Yayın Tarihi: 03.01.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 03.01.2025 23:59
gönlünüze bereket