Aile Söyleşileri: Derya Şahin

Aile kavramının çeşitli yaklaşım biçimlerine göre birçok tanımı mevcut. Siz aileyi nasıl tanımlıyorsunuz?
Aile kavramı hem kişiye bakan yönüyle hem de topluma bakan yönüyle tanımlıdır zihnimde. Tamamen muhtaç olarak içine doğduğumuz aile, bir yuva olmalıdır bize. Korunduğumuz, kollandığımız, sevildiğimiz ve sayıldığımız bir yer olmalıdır. Öte yandan aile, dış dünya ile bağ kurmamız için sosyal donanımlar edindiğimiz yerdir, bizi toplumun sağlıklı bir üyesi yapmakla da yükümlüdür. Kendimizi güvende hissedeceğimiz kadar sahiplenici ve destekleyici olmalı, bağımlılık geliştirmeyecek kadar özgünlüğümüzü korumalı ve elbette kendimizden ibaret bir hayat idealine kapılmamak için de sınırlayıcı olmalıdır. Bu unsurlar arasında kurulan denge, yetişmekte olan çocukların da onları yetiştiren anne babaların da hem kendi aralarında hem de toplumla sağlıklı bağlar geliştirmesi için son derece önemlidir. Bu denge kurulamadığında ailenin işlevini yerine getirmesi çok güçtür.
Günümüzde aile olgusuna bakıldığında gittikçe aşındırılmış bir anlama bürünmesi söz konusu. Tehlike çanları çalınması durumu da başka bir boyuttan söz konusu. Aile olgusunun durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Aile gittikçe çözülüyor mu? Bu duruma ne gibi önlemler alınmalı?
Nüfusumuzun çok büyük bir kısmı yakın döneme kadar kırsalda yaşıyordu yani tarım toplumuyduk. Üretim, güvenlik, eğitim, sosyalleşme gibi ihtiyaçlar kadın-erkek-çocuk tarafından aile içerisinde hep birlikte karşılanıyordu. Aile büyükleri tecrübeleri ile önemli bir yerdeydi. Bu düzende evlenip çocuk sahibi olmak, hayatı idame ettirmek için kaçınılmaz bir yoldu. Endüstrinin gelişimi ve şehirlere göçle birlikte hayatı idame pratiğimiz de değişti. Baba işte, anne evde yahut işte, çocuk okulda olmak üzere günün önemli bir kısmında birbirinden farklı mekanlarda var olarak hayatı idame ettiriyorlar. Buradan bakınca şu an yaşatmaya çalıştığımız aile değerlerimizin bize tarım toplumu mensubu olan atalarımızdan miras kaldığını söyleyebiliriz. Modern çağ şartlarında birbirine eskisi kadar yoğun ihtiyacı olmayan aile fertlerinin aralarındaki bağı korumak için ne yapılması gerektiği üzerinde durmamız, ailedeki çözülmenin önüne geçmek için önemli bir çıkış noktasıdır. Burada dinin çok mühim bir yeri var. Yaşam koşulları ne yönde değişirse değişsin dinin değişmeyen hükümlerini hayatına alan biri, başta anne babanın kutsallığı olmak üzere aile olmanın önemini kavramakta çok büyük bir teşvike sahip olacaktır. Bu manada nesiller arasında milli ve manevi değer aktarımının güçlü olması çok mühim.
Bildiğiniz üzere 2025 yılı Aile yılı ilan edildi. Devlet bünyesinde böylesi bir kararın alınmasını nasıl karşılıyorsunuz? Beklentileriniz nelerdir?
Ailenin önemine yapılan vurgu geldiğimiz noktada bir ihtiyaçtı ve elbette çok sevindirici bir karar. Aile yılı kapsamında farklı alanlarda yapılan çalışmalardaki maddi teşviklerin, bilinç kazandırmaya yönelik kampanya ve etkinliklerin hepsi çok kıymetli ancak resmi kanallardan gelen kampanyaların halka ulaşmada istenen etkiyi ne kadar vereceğini bilemiyoruz. Devletin resmi dili ne kadar doğru kurgulanmış da olsa bir görev gibi ulaşabiliyor insanlara. Bu nedenle kültür üreticileriyle iş birliği yapılması gerektiğini düşünüyorum. Geleneksel medyada ve sosyal medyada bilhassa gençler için aile olmanın güzelliğini hissettirecek içeriklerin üretilmesine destek verilmesi gerek. Dizi sektörünün ve gündüz kuşağı programlarının çarpık aile ilişkilerini izleyiciye sunması korkunç bir erozyona ve normalleşmeye yol açıyor. Düşünülürse, konu aile yani aile dikkat çekiyor, iş yapıyor ama yapımcılar aileyi destekleyen değil çürüten bir dili seçiyor. Oysa kolay olmasa da tam tersi mümkün. Yeşilçam'ın neşeli aile filmlerine gidelim, bize tavsiye veya bilgi vermeden ailenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlattılar, her şeyden öte bu hissi izleyiciye geçirebildiler. Sektörün bu gücünün doğru yöne kanalize edilmesi gerekiyor.
Sosyal medya da geleneksel medya gibi belki ondan daha fazla insanlara yön verme etkisine sahip. Eğlenme, sosyalleşme amacını çoktan aşıp bir öğrenme mecraı haline gelmiş durumda. Bu alanda da aileyi destekleyen içeriklerin oluşturulması gündeme alınmalı. Cinsellik, şiddet, küfür gibi keskin uyarıcılara başvurmadan skeçler hazırlayıp kullanıcıların beğenisini kazanan sosyal medya profilleri var, bu profiller incelenerek aile konusunu benzer bir üslupla ele alan planlamalar yapılabilir. Ayrıca biliyorsunuz ki sosyal medyada psikologlar da büyük bir ilgiye mazhar olmuş durumda. Bu ilgi büyük bir ihtiyacın sonucu. Sorunlarına çare arayan insanların karşısına başarılı ve aileyi önceleyen psikologların çıkarılması çözüm için düzenli bilgi ve tavsiye akışına vesile olacaktır.
Türkiye'de Aile politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 1926 yılında İsviçre Medeni Kanunundan iktibas yoluyla kabul edilen Türk Medeni Kanunu, aileyi kadın erkek eşitliğiyle benimsemiş, hukuk sisteminde aile, devleti ilgilendiren sosyal bir kurum olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda da 1989 yılında Aile Araştırma Kurumu, 2004 yılında Aile ve sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü, 2011 yılında da Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulmuştur. 2018 yılında bir dönem Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olarak çalışsa da bu daha sonra Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı şeklinde döndürülmüştür. Aile bireylerinin tümünü odak noktasına alan bu bakanlığın aile üzerine yaptığı çalışmaları yeterli buluyor musunuz? Daha başka neler yapılmalıdır?
Aile Bakanlığının vakıf olabildiğim serüveninde bence en kıymetli ve etkili işi halka doğrudan yardım sağladığı sosyal hizmet çalışmalarını yaygınlaştırmasıdır. Konferanslar, tanıtım çalışmaları, bilinç kazandırma etkinlikleri, yayınlar mühimdir ancak bir ailenin maddi veya fiziksel yardıma olan ihtiyacını doğrudan karşılamak, ailelere yapılacak en büyük destektir. Bu tarz fiziki desteklerin arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Yukarıda sözünü ettiğimiz eski geniş aile tipinin yerini çekirdek aileye bırakmasıyla birlikte ailedeki anlaşmazlıklar konusunda başvurulacak, tavsiye alınacak doğal merciler olan aile büyükleri de eski konumlarını kaybetti. Bu konumun boşluğunu artık uzmanlar dolduruyor ancak bu da maliyetli bir yol ve herkes için ulaşılabilir değil. Üstelik çoğu isim aileyi önceleyen bir yaklaşıma da sahip değil. Bakanlığın danışma hizmetini yaygınlaştırmasının evliliklerdeki problem çözümünde, aile birliğini korumada etkili olacağını düşünüyorum. Kitlesel programlar ve eğitimler düzenlemenin yanı sıra ihtiyacı olan bireylere ailevi konularda profesyonel uzman desteği sağlanması büyük bir hizmet olacaktır.
Ailenin korunması, sağlıklı bir nesil ve sağlıklı bağların kurulması noktasında hukuksal açıdan yeterli durumda mıyız?
Yasal düzenlemeler hiçbir zaman yeterli olmayacaktır. Toplum değişiyor, böylece farklı ihtiyaçlar gündeme geliyor. Devletin aile gibi özel hayata müdahalesi ise her zaman bıçak sırtı bir konu olmuştur ve olmaya müsaittir. Bugünlerde yasal bir düzenleme olmadığı, sadece farkındalık kazandırmaya yönelik mesajlar verildiği halde devletin normal doğum hususundaki mesajları bazı kesimlerden tepki alıyor. İnsanlar böylesi farkındalık kampanyalarında dahi özel hayata müdahale, kadının kısıtlanması gibi sonuçlar çıkarıyorlar. Burada milyonlara hizmet veren bir aygıt olarak devletin herkesi memnun edememesi gerçeğini görüyoruz. Öte yandan netameli konulardan biri de kadına şiddeti durdurmaya yönelik düzenlemeler. Kadına şiddet, çocuk ihmali ve istismarı gibi konularda hayata geçirilen yasal düzenlemeler, hayat kurtarıyor ancak kötü niyetli kişilerce istismar edilebilir olması da toplumun bir kesiminde tartışma yaratıyor. Bakın, bu yılın aile yılı ilan edilmesi devlet eliyle aileyi güçlendirmek için atılan bir adım. Çünkü aile eski gücüne sahip değil, boşanmalar hızla artıyor. Devlet bu konuya kayıtsız kalamıyor. Tıpkı bunun gibi kadına şiddet konusu da devletin kayıtsız kalamadığı, yasal düzenlemelerle önlemek istediği, görmek istemeseniz de orada duran yakıcı bir gerçek. Burada yasayı suçlu ilan etmek yerine, tartışarak eksikleri giderme yoluna gidilmeli. İkisinden biri demek yerine her ikisi de diyerek hem kadının can güvenliğini sağlayacak hem de istismara kapı açmayacak biçimde bir sonuç elde etmek için yapıcı adımlar atılmalı.
Sağlıklı bir aile ortamının tesisi nasıl sağlanabilir? Devlet eliyle ve bireysel anlamda neler yapabilir?
Devletin eğitim kurumlarında küçük yaşlardan itibaren vatandaşlık bilinci kazandırması gibi aile olma bilincini kazandıracak düzenlemeler yapması gerekir. Bugün siyasi açıdan hepimizin dünya görüşü birbirinden farklı ancak her birimiz doğru olduğunu düşündüğümüz yerden vatanımız için en iyisini yapmaya çalışıyoruz çünkü vatan sevgisi istisnalar dışında hepimizde var olan çok güçlü bir his. Vatan sevgisi nasıl kalbimizde ve zihin dünyamızda sağlam bir yer edinmişse aile sevgisi de öyle yer etmeli. Bu manada devletin ilk kademelerden itibaren eğitim müfredatında aileye sevgisine ve sağlıklı bir ailenin nasıl olacağına dair vurgulu bir yer açmasının önemli olduğunu düşünüyorum.
Yetişkinler içinse okullarda, camilerde, sağlık kurumlarında evli insanların bilinçlendirilmesine yönelik çalışmalar yapılabilir. Bu çalışmaların olabildiğince bireysel temasa yönelik planlanması, kitlesel bir genel bilgilendirmeden çıkıp yaraya müdahale şeklinde kurgulanması önemli. Bunun hem insan gücü hem maliyet açısından zor olduğu düşünülecektir ancak ihtiyaç böyle bir yöntemi gerektirmektedir.
Bireysel olarak aile için yapabileceğimiz şey ise bireyselliğimize verdiğimiz değeri aileye de vermek. Aile sevgi, aidiyet, değer görme, güven vs. hislerini verir insana ama bunlar karşılıksız değildir. Sizin de aile için bir şeyler vermeniz gerekir. Bu al-ver dengesi içinde insanlar sadece alacaklarına bakıyorlar; vereceklerini sınırlandırılma, engellenme şeklinde olumsuz kodluyorlar zihinlerinde. Evli kişiler eşlerine karşı, çocuklar anne babalarına karşı bu al-ver dengesinde hep daha fazlasını istiyor yahut daha azını vermek istiyor. Öncelikle biz yetişkinler bu dengeyi kurmayı öğrenmek zorundayız. Sonra küçük yaşlardan itibaren aileye dair sorumluluklar kazandırarak evlatlarımıza bu bilinci aşılamalıyız. Bugün evladının okul başarısı, gelecekte hangi mesleği yapacağı, iyi bir maddi koşula sahip olup olmayacağı için endişelenen anne babalar, evladının bir evin sorumluluğunu alıp alamayacağı, iyi bir eş ve anne baba olup olamayacağı konusunda endişe duyuyor mu? Bir çocuğa sadece dersini çalış deyip bırakmak ona gelecekteki rollerinden sadece birini öğretmek, diğerlerini ihmal etmek anlamına geliyor. Evlenmeye mesafeli, evlense de zorluklar karşısında çabuk pes eden gençlerin aileye dair tecrübesizliğinden bahsedebiliriz burada. Anne babasının evinde duygusal ve fiziki sorumluluk alamamış çocuklar, kendi kurdukları yuvada bu sorumluluklarla karşılaşınca elbette afallıyor, fazlalık hissediyor ve uzaklaşmayı tercih ediyor.
Modernizmin bireyselleştirici rolü neticesinde aile kurumunun gittikçe yıpratıldığı bir süreçteyiz. Bununla birlikte aile birliktelikleri hususunda birçok etmen de etkili. Özellikle iletişim kanallarının etkisinin çok fazla olduğunu tahmin ediyoruz. TÜİK verilerine bakıldığında 2023 yılındaki istatistik oranlarında evlenen çiftlerin sayısı 2022 yılında 575.891 iken 2023 yılında 565.435 olarak görünüyor. Boşanan çiftlerin sayısı ise 2022 yılında 182.437 iken 2023 yılında 171.881, 2024 yılında ise 210.000 üzerine çıkmıştır. Soru şu: Aileyi kurmak, aile birliğini sürdürmek günümüzde daha mı zorlaştı? Bunun nedenleri neler olabilir?
Aileyi kurmak da birliği sürdürmek de kesinlikte daha zorlaştı. Çünkü insanlar ailenin sadece zor tarafına bakıp bir değerlendirmede bulunuyorlar. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi aile için gereken sorumluluklar, sınırlamalar ve fedakarlıklar gençler için evliliğe mesafeli yaklaşmanın ilk sebeplerinden. Bu zorluklarla uğraşmak yerine yalnızlık daha evla görülebiliyor. Evlilik fikriyle barışık olanlarınsa doğru adayla karşılaşma problemi var. Eskiden insanlar kendi kasabası, köyü, mahallesinden biriyle eşleştirilirdi daha çok. Tanıdık olunan çevrede güven problemi de yoktu. Bugün hem tanıdık çevre avantajı işler durumda değil hem de gençler görüştükleri kişileri neye göre seçecekleri hususunda çok kararsızlar. Esasında tam bir uyum beklentisinden de bahsedebiliriz. Bu beklenti gençlerin evlilikte daha az sorunla uğraşma kaygılarından kaynaklanıyor olabilir. Bu da yine bizi aile için zahmete girmekten kaçınma gerçeğine götürüyor.
Evli insanlar içinse problem çözme becerisinin eksikliği söz konusu. Kadınlar anneleri gibi erkekler babaları gibi bir dünyada yaşamıyorlar artık. Anne ve babalarından aldıkları eş modellemesi onların sorunlarını çözmekte yetersiz kalıyor, anne babalarının zamanında bir problemin çözümü "sabret" kelimesinde saklı iken bugün uzun uzun cümleler gerektiriyor hatta bazen sabretmek bile probleme dönüşebiliyor. Burada suçlayacak kimse yok. Zaman değişiyor, temel değerlerimiz sabit kalsa da gündelik hayatın getirdiği farklı değer yargıları giriyor hayatımıza. Şimdiki kadın ve erkeklerin "evlilik eski zaman işi" deyip hemen pes etmek yerine, bu kıymetli kurumu bugünün şartlarında ayakta tutabilecek, bugünün sorunlarını çözebilecek donanıma talip olması, bunun için biraz daha gayret sarf etmesi gerekiyor.
Boşanmaların sebeplerinden size göre ilk 3 tanesini değerlendirebilir misiniz?
İlk sebep olarak bencilliği söyleyebilirim. Birliktelikten bahsedeceğimiz yer neresi olursa olsun orada bencillik yıkıcı etki yaratacaktır. Evliliği ayakta tutan sevgi, saygı ve sorumluluk bağına en büyük zararı bencillik veriyor. Sadece kendi ihtiyaçlarına, duygu ve düşüncelerine odaklanmak ilişki kurmaya engeldir. İnsan için bireyselliğin başat unsur haline geldiği dünyamızda bencillik, sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilemediğimiz bir kavrama dönüştü. İstediğimiz şeyler eşimizin istekleriyle çakıştığında, (bize göre) son derece makul olanın reddedilmesi gibi algılıyoruz bunu. Varlığımızın, kişiliğimizin tanınmaması olarak görüyoruz. Oysa evlilik, aile; ortak kararlar verebilmeyi, işbirliği yapmayı, esneyebilmeyi gerektirir.
İkinci sebep iletişimsizlik. İlişki kurmak için iletişim şarttır. Duygu ve düşüncelerin sağlıklı aktarımı evliliklerde en başta sevgi ve muhabbeti arttırmayı, meselelerin doğru anlaşılmasını sağlar, en önemlisi de güven duygusunu besler. Aralarındaki iletişim sağlıklı olmayan eşler ihtiyaçlarını, şikayetlerini hatta iltifatlarını bile doğru ifade edemiyorlar. İki yanlış insanın bir araya gelmiş olması gibi görünen çoğu evlilikte aslında mesele nasıl iletişim kurulacağını bilmemekten kaynaklanıyor. Evlilik iyi günleri de kötü günleri de içeren bir kurum. Aralarında sağlıklı iletişim olmayan eşler iyi günlerde bağlarını güçlü tutma imkanından mahrum kalırken, kötü günlerin sert rüzgarlarına karşı da savunmasız kalıyorlar. Bu nedenle eşlerin sağlıklı ve açık iletişime büyük önem vermeleri gerekiyor.
Üçüncü sebep problem çözme becerisinin gelişmemesi. Hayat her zaman gül bahçesi vadetmiyor bize. İster evlilikte olsun ister iş hayatında her zaman bir pürüz çıkabilir karşımıza. Evlilikte anlaşmazlıklar yaşandığında çözüm becerisi gelişmemiş eşler çözüm zannederek pek çok işlevsel olmayan ve bazen de yanlış olan yollara başvuruyor ve böylece ilişkilerine zarar veriyorlar. Çözüm becerileri gelişmiş eşler ise problemi doğru tanımlamaktan, ona getirilecek çözümü doğru tespit etmeye kadar pek çok konuda daha olumlu tutumlar benimsiyorlar. Çözüm becerisi gelişmiş kişiler problemlerden korkmuyorlar, problemlerin eşleriyle birlikte ortaklaşa üstesinden geleceklerine inanıyorlar. Bu da evliliğe olan güven ve umut duygularını diri tutuyor.
Sosyal medya hesaplarına sahip olmak eşlerin birbirlerine yönelik tavırlarını nasıl etkilemektedir?
Sosyal medya gerçekliğin göstermek istediğimiz kadarını sunduğumuz bir dünya. Bazen de gerçekliğe aykırı kurguların öne çıktığı bir yer. Bu dünyada muhteşem evlilikler, kusursuz kadınlar ve erkekler, evladını hiç ihmal etmeyen anne babalar görüyoruz. Elbette bu kısa şahitlikler, o muhteşem hayatlar ile kendi vasat hayatımızı kıyaslatıyor zihnimize. Dış görünüşten maddi duruma, romantik jestlerden eşini el üstünde tutan kadın ve erkek imajına kadar her şey insanları hayatlarında pek çok eksiklik olduğu duygusuna sevk ediyor. Ancak ilginç biçimde aynı insanlar eksik diye sıfatlandırdıkları hayatlarında kendi paylarından ziyade eşlerinin payına düşen eksikliğe odaklanıyorlar. Hayatını bir başkasının hayatıyla kıyaslamak zaten başlı başına sorunlu iken bu kıyaslamadan kendini sıyırıp eşini sorumlu tutmak, eşe görevler tayin etmek ilişkiye verilebilecek en büyük zararlardan biri. En başta memnuniyetsizlik ve eşi yetersiz görmek gibi duygu ve düşüncelerin ortaya çıktığı bu tarz evliliklerde aslında kendimizi değil sistemi mutlu etmeye çalıştığımızı görmemiz gerekiyor.
Sosyal medyanın yol açtığı daha yıkıcı olan sonuç ise evli insanların başka hesaplarla uygun olmayan irtibatlar kurması. Evlilik birliği sadakat üzerine kuruludur. Dijital ortamda eşimizin razı olmadığı her irtibat sadakat anlaşmasına aykırı düşer. Bu nedenle sosyal medyada varoluş ve iletişim biçimlerimize azami derece özen göstermemiz gerekiyor.
Günümüz aile tipini nasıl değerlendiriyorsunuz, Türk Aile yapısı nasıldır, bundan ne derece uzağız? Nasıl olmalı?
Türk aile yapısı değerlerine sıkı sıkıya bağlı, ben'den ziyade biz'i önceleyen bir yapıydı. Zaman ve koşulların değişimiyle birlikte eskiye nazaran değerlere bağlılığın gevşemesi, biz'in daha geri plana atılması gibi bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu ise ailedeki anlam birliğini zayıflatan bir durum. Eskisi gibi geniş aileler kuramayacağımız, hepimizin bağ bahçe gibi aynı iş için koşturamayacağı zamanımızda, ailemizi bir arada tutacak fırsatlara sarılmamız gerekiyor. Röportajın başında tarımsal üretim koşullarının aile bireylerini mecburen bir arada tuttuğunu söylemiştik. Şimdilerde bu zorunluluk olmadığına göre aramızdaki bağı korumak için duygu ve davranışlarımızı düzenlemeye ayrıca emek sarf etmemiz gerekiyor. Yükselen psikolojik uyanış dalgasını belki biraz da bu açıdan okumak gerek. Artık insanlar uyum sağlayamadığı bir ortamda ailesi bile olsa kalmaya mecbur değil, dolayısıyla bağların koparılması çok daha mümkün. Bu nedenle ailemizdeki bağı güçlendirecek bilişsel ve duygusal yetilerimizi arttırmaya daha çok ihtiyaç duyuyoruz.
Ailenin birliktelik olduğundan, birlikteliğin ise iletişimi zorunlu kıldığından sıkça bahsettik. Ancak değinmeden geçemeyeceğimiz bir gerçeklik daha var: Eğer bir insan topluluğundan bahsediyorsak orada bir de yönetici yahut baş'tan bahsetmemiz de gerekir. Aile için bu kişi babadır. Babanın reis olma görevini annenin özgüvenle kabul etmesi, babanın da bu görevi yine özgüvenle yani baskıcılığa varmayan bir tutum içerisinde, sevgi ve şefkatle dengeleyerek yerine getirmesi gerekir. Baba ailenin kralı değildir, baba ailede işyerindeki patron gibi davranamaz; aileyi ilgilendiren konularda avantaj ve dezavantajları değerlendirip eşi ve çocuklarıyla istişare edip herkesin rızasını alacak biçimde en faydalı sonuca varmak için çabalayan kişidir. Otorite olmayan ailelerde çocukların bu boşluğu kullandığına hatta yanlış unsurlarla doldurduğuna çokça şahit oluyoruz. Aynı şekilde otoritenin baskıya dönüştüğü ailelerde de yine çocukların aile ile sağlıklı bağlar geliştiremediğini, suç ve şiddete daha meyilli olduklarını gözlemliyoruz. Çocuklarımızı korumak, ailemizi daha güçlü kılmak için hepimizin üzerine düşen görevleri yerine getirmesi, sadece kendimiz için değil toplum için de faydalı olma niyetini taşıması gerekiyor.
Derya Şahin
Semerkand Aile Dergisi Editörü
Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 25.04.2025 09:00 - Güncelleme Tarihi: 21.04.2025 09:37