Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetl, Söyleşi, Bilal CAN

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler IX yazısını ve Bilal CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilir

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler IX

24.04.2025 09:26 - Bilal CAN
Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler IX

Bilal CAN: Şiirin ortaya çıkışından bugüne değin şiir; arayan, sorgulayan, sonuçlandıran, susan ve konuşan tavrıyla doğası gereği genişlemiştir. Şiirin işlevselliği konusuna dâhil edilen tüm bu meseleler, şiirin arkaik yapısını ve şiirin neliği hususunda ayrıntılar verse de şiir çözülemezliği ve çözüm önerileriyle gündeme gelmeye, gündemde kalmaya devam etmektedir. Şiir üzerine yapılan çalışmalar şiirin bu canlı haline bir vurguyu beraberinde taşıdığı gibi şiirin serüveni hakkında da ayrıntılar sunar. Şiir halen bir arayışın ürünü müdür yoksa kendini bulanların giriştiği bir "tavır" meselesi midir?

E.E. Size şöyle ansiklopedik şeyler anlatabilirim: "İlk şiirin ortaya çıkışı MÖ. 2300'lü yıllara dayanıyor. Tarihin ilk imparatoru Akad Kralı Büyük Sargon'un kızı ve Ay Rahibesi olarak adlandırılan Enheduanna, tarihte bilinen ilk şair olarak kabul ediliyor. Babası tarafından Ur şehrindeki Ay Tanrısı Nanna'nın Ekişnugal tapınağına başrahibe olarak görevlendiriliyor. Büyük Sargon'un aslen Akadlı olup Sümer topraklarında hüküm sürmesi nedeniyle Akad ve Sümer kültürlerinin kaynaşmasında Enheduanna'nın eserleri önemli bir aracı güç oluyor."

Ansiklopedik şeyler ifademi yanlış anlamayın tabii. Bunların bilgi seviyesinde parçalar olduğunu rahatça yadsıyabiliriz. Bu ruhsata dayanarak şeyleştirmeyi düşündüm. Çünkü işin öbür tarafında insanlığın unuttuğu-unutturduğu bir kadim geçmiş var. Şiirin ve anlatının ilk insandan beri var olduğuna dair ciddi hisler besliyorum! Esas olan insandır. Sait Faik'in Oktay Akbal'a öğrettiği şeydir bu: "İnsanı yazacaksın Oktay!" Şimdi Allah'ın hiçbir kulu eşyayı, aileyi, cenneti, insan olmanın erdemini bilen bir Âdemoğlunun şiire baştan beri yakın-yatkın olmadığını anlatamaz. İkincisi şiir bir olguya istinaden doğan fenomendir. Dolayısıyla olgu insanın yaşamasıyla değişip gelişecekse o olgulara dair izlenimler üzerinden şiirin de gövdesi büyüyüp gelişecek, sınırları genişleyecektir. Bana göre böyledir. İnsan-olgu-izlenim yordamı… Kişiye özgü olana eskiler "el mana fi batnı ş-şair" demiş. Anlam şairin karnında. İşin ilginci şiiri teknik olarak incelemeniz şairin meselesiyle ilgili tek bir ipucu vermez. İlla anlam. Oraya eğilmeniz gerek. Orada da yalnızca şairin özge anlatımı gibi şiire özge bir yaklaşım denemesi yapabilirsiniz. Bu denemelerde bazen yakaladığınız ipuçları olur. Şairin hayatını, itiyatlarını, bakış açısını bilmeniz bile net veri sunmaz. Metin şerhinde kuralın, az veriden çok sonuç alma üzerine kurulmasının sebebi şiirin çözülemezliğine dayanmaktadır. Şiir her zaman hem bir arayış olmuştur hem de bulma ve duruş! Buna en güzel örneklik klasik şiirdir. Konu belli, nazım şekli belli, nazım türü bellidir… Hatta kaç beyit yazılacağı bile kurala bağlıdır. Fakat mesele burada değildir. Onlar bir gazeli aslında tek beyit kurgular. Diğer beyitler aynı anlamı, ilk beyitten daha güzel söyleyebilme telaşıdır. Taşlıcalı Yahya Bey'in Şehzade Mustafa Mersiyesi açık bir duruş ve tavırdır! Devrin en büyük hükümdarını celali-eşkıya şeklinde suçlamıştır. Evet, şiir bir duruştur. Hatta en kavi duruştur. O duruşu kimse yıkamaz. İlhan Şevket Aykut kaybolabilir ama duruşu kaybolmaz. Nefi ölür ama duruşu kalır. Aynı şekilde Pir Sultan Abdal, Âşık Şenlik, Müştak Baba… 28 Şubat sürecinde de, 15 Temmuz sürecinde de öyle olmuştur. Bunun total getirisine konanlar-üşüşenler bile olur, olmuştur. Ahlak dışı bu neviden işler bile bize "şiir ve duruş" konulu uzun cümleler söylüyor, demektir.

B.CAN: Şiir çağın seslerini, renklerini, kokusunu, düşünce ve yaşantı biçimlerini, ilişki biçimlerini, sosyal ve kültürel dokusunu, ekonomi-politik sürecini, izlek ve yansımalarla kendi bünyesinde işleyen çok katmanlı bir tür olarak edebiyatı yüklenen temel direklerden biridir. Temeli ortaya koyan – kurucu metin olarak- şiirin kendini arayanlar için söylediği şey nedir?

511778ld

E.E: Şiir çok katmanlı ve çok kapsamlıdır. Derste şiir işleyen bir edebiyat öğretmeni tasavvuftan, sosyolojiye, ekonomiden siyasete kadar disiplinler arası yolculuklar yapar. Hatta coğrafya, psikoloji, anlambilgisi cabası. Esasen bu hızlı yolculuk edebiyatın bütün şubelerinde görülür. Örneğin tiyatroda az, romanda çok, hikâyede az şiirde çok vb. Başat tür şiirdir. Diğerleri şiirden çıkmadır. Şiir de bir çıkmadır, derseniz..? O da insanın taklididir. O yüzden şiir fazla insanidir. Bu insanilik şiire evvelemirde insana hitap etme hakkı ve cüreti sunar. Kendini arayanlar da bu kapsama dâhil olurlar. Ey! Diye başlayan ünlemler, vay! Diye çığıran ünlem insan içindir. Şiir insana Sezai beyin dediğini der: "Müslüman, İslam'ı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin." "Bütün şiirlerde söylediğim sensin." İsmet Özel'in dediğini der: "Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!" Oysa evde ne olduğu-olacağı da bir meseledir. O meseleye yaklaşım: "bilemem Yahudi değilim." Bilmek de gerekmez. Esas olan orda olacak olanı yaşamaktır. Ahmet Amiş Efendi demiştir: "olan olmuştur, olacak olan da olmuştur." Bunun anlamı varlığa "öteden beriye" bakabilmektir. Önde ve yukarda olmaktır bu. Z kuşağına not: Gelecekten şu ana bakmak ve otomat şekilde şu an olacak şeylerin farkında olmak! Şiirde kim ne arıyorsa o vardır. Her şiir bir muhatap içinse, muhatap o şiiri bulduğunda sır aşikâr olacaktır.

B.CAN: Şiir dil ile yapılır, dilin esnekliği, zarafeti şiiri yükseklere taşır. Şiir, bir topluluğun medeniyet merdiveninde ortaya çıkarttığı en önemli unsurdur. Hatta denilebilir ki, kültür ve medeniyette ileri seviyede olan toplulukların şiiri vardır. Sözün kristalize edilmiş halinin bir yansıması olan şiir, hayalhanemize ışık tutmasıyla bizleri aydınlatır. Şiirin dil ile ilişkisine nasıl bir açıklık getirirsiniz? Diller şiir ile genişler mi, daralır mı?

E.E: Şiiri yapıt olarak görmem. "Söyleme" olarak tanımlamayı yeğlerim. Şiirde esas olan söyleyicidir. Söylemek yerine yazar sadece. Şiiri yükseğe taşıma meselesi çift yalmanlı bir kılıç gibidir. Dil şiirin malzemesidir. Şiir anlamdır. Bu anlamı açığa çıkarma ameliyesini dile yükler şair. Gelen anlamı dille ifade etmek sanıldığının aksine oldukça meşakkatlidir. Kelime seçimi, ifade şiddeti, anlatma dozu… Başka parametrelerle birlikte öz halinde sunmak nereden bakarsanız bakın deve dişidir. Diş demişken İsmet Özel'in şiir için kaç diş feda ettiğine bakmak gerekir. Çift yalmana dönersek, dil şiiri, şiir de dili yüceltir. O sebeple her şair değerlidir. Dile katkı! Buna özellikle dikkat etmeli. "Şiir, bir topluluğun medeniyet merdiveninde ortaya çıkarttığı en önemli unsurdur." Buna tam anlamıyla katılmam. Tersi de doğrudur çünkü. Şiir medeniyeti yüceltir, ifadesi de uygundur. O halde ikisinin birlikte insanı yücelttiğinden dem vurmalıyız. Ancak "…kültür ve medeniyette ileri seviyede olan toplulukların şiiri vardır." Cümlenize temkinli yaklaşmaktan yanayım. Şiir olduğu yerde vardır. Misal Anadolu'nun bir yaylasından saraya şiir okuyup atiye almaya gelen yörüğün "Sevgili hünkârum sabah-i şerifler hayır olsun / Yediğin bal ile kaymak, güzergâhın çayır olsun" içeriği orada şiirdir. Kültür ve medeniyette ileri seviyede olmayan bir kabilede misalen İslam öncesi Arap toplumunda şiirin yerine bakın. Kız çocuklarını töre gereği diri diri gömseler de şiirde çok ileri oldukları söylenir. Ancak kastınızın farkındayım, Karahanlı ve Selçukludan devralınan dil İslam medeniyetinin Osmanlı havzasında özel bir medeniyet ürünü olarak Klasik Türk Şiiri – Divan Şiirini hediye etmiştir. Üç-beş devletin ürettiği bir dil zenginliği otuzdan fazla ülkeyi Osmanlı olarak birleştirince ve ticaret yollarının Akdeniz-Karadeniz limanlarında para olarak devlete ve halka dağıtılmasıyla sanata-sanatçıya verilen değere paralel olarak aslında insanın yüceltilmesi söz konusudur. Bunu kültür ve medeniyet yükselmesi olarak okumak da doğru elbette. Kristalize olan şeyin kıymeti hep artmıştır, ışıltısı da doğal olarak. Şiir dil ilişkisini tekrar edelim: şair zihnine doğan anlamı ete kemiğe büründürmek ister. Bu anlamda esas olan uygun ama en uygun kelimeyi seçmektir. Bunun için de dilin çok zengin olması gerekir. Osmanlı Türkçesi bu anlamda en iyisidir. Türkçe, Arapça ve Farsça ana eksen olmakla birlikte, İtalyanca, Fransızca, Rumca, Ermenice ve balkan dillerinden ödünçleme ile zenginleşen bir büyük dil varlığından söz edebiliriz. Müslüman olduktan sonra yaklaşık bin yılda Türkçe varlığı iki katından fazla büyümüş, dolayısıyla kelime seçimi şairler için -tabiri caizdir- fanteziye kaçacak kadar artmıştır. Bu kelime zenginliğini taşıyan ve halka aktaran şiirdir. Hatta bu noktada dilin kültür taşıyıcılığını da ele almamız gerekir. 1928 sonrası dil devrimi aslında dilin kültür taşıyıcılığına karşı yapılmıştır.

Dilin, kendisini kullanan edibe hizmet ettiği görülmüş şey değildir. Dile hizmet eden ediptir, şairdir. Bu hizmetin 'ne'liğine bakarsak dilin en alt birimine kadar konuluşuna, oradaki genişliğe ve ontolojiye sahip çıkmaktır. Dilin orijinine dönüşünü sağlayan bu anlamda şiirdir. Dili sanat dili haline getirmek, aslına ve tabiatına ulaştırmak şairin görevidir.

B.CAN: Şiirin kurgusu, ifadesi, hep bireyden toplumsala yönelik yansıtmalar içerir. Dönüştürücü bir etkisi olduğu gerçekliğiyle şiir, toplumlar için vazgeçilmezdir fakat gelinen süreç itibariyle gittikçe sönükleşmiştir. Bunda küreselleşme, bilinç aşınması, konformist ve hedonist yaklaşımlar, modernizmin "ben" merkezli "bireyci" yaklaşımı, toplum olmanın gittikçe aşınması, dinsel-seküler olan arasındaki çatalın giderek ayrılması, sosyal-siyasal ve belki de en önemlisi kültürel bunalımlar etkili olmaktadır. Şiirin yaşanan tarihsellik ile durumunu nasıl okuyabiliriz?

111

E.E: Şiir tabiatı gereği bireysel bir dolukmadır. Zirve noktaya ulaştıktan sonra yokuş aşağı nesnesi olan topluma doğru akar. Ancak dil ve iletişim kanalları bazı ara dönemlerde, geçiş dönemlerinde tıkanır. Bu durum doğrudan iletişimi engeller. Biz bu dönemleri "sönükleşme" vb. algılayabiliriz. Daha teknik şekilde ifade edersek, edebiyat ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Edebi eserlerin oluşma sürecinde etkin olan gelenek, görenek ve siyaset gibi olgular sosyolojinin de alanıdır. Sosyal alanı edebiyatın, edebiyatın da sosyal alanı etkileme şekliyle karşılıklı ilişki vardır. Bir toplum sanat eserinin meydana gelme sürecinde etkili olduğu kadar, bir sanat eseri de topluma yön vermede etkilidir. Bu etkiyi sağlayan eserler kurucu eserlerdir. Bu eserlerin "dönüştürücü etkisi" vardır. Soruda sıralamış olduğunuz "küreselleşme, bilinç aşınması, konformist ve hedonist yaklaşımlar, modernizmin "ben" merkezli "bireyci" yaklaşımı, toplum olmanın gittikçe aşınması, dinsel-seküler olan arasındaki çatalın giderek ayrılması, sosyal-siyasal ve belki de en önemlisi kültürel bunalımlar..." gibi meseleler var olmasına karşın bendeniz onları "geçiş dönemi-ara dönem" olarak görmeye devam edeceğim. Bu konunun bazı bölümlerini kısa kısa açımlayalım isterseniz. Tanzimat dönemi mesela… Yeni ama eskinin uzantısı olarak kalır. Toplumda karşılığı sürelidir. Beş hececiler grubu da öyledir, Yedi meşaleciler de, Hisar da, Garip de… Ama gerçek şiir Necip Fazıl, Tanpınar, Dağlarca, Cahit Sıtkı, Ziya Osman, Behçet Necatigil gibi vb üzerinden devam eder. Günümüzde de durum aynıdır. Sis dağıldığında kalanlar ve toplumdaki yansımaları görülesidir. 1954 sonrası herkesin şiire tıpış tıpış dönüşünü izler herkes. Bunu Oktay Rıfat ve Melih Cevdet üzerinden okumak sağlıklı olacaktır. Günümüzün sağlıksız teknik şartları ile video çekip altına müzik ekleyip bazı mısralarla görüntü sağlama hastalığı elbette bir olgunluğa ulaşacak ya da çöp olup gidecektir. Edebiyat festivali düzenleyen belediyeler şair-yazar yerine kişisel gelişimci çağırmamaları gerektiğini öğrenecektir. Belki her belediyede yolu dergilerden geçmiş şair-yazar danışmanlar istihdam edilecektir. Belki. "Belki" ye bağlanan umudu azımsamamak gerek!

B.CAN: Şiirin konuşulması insanın konuşulmasını gerekli kılar. Şiir üzerine yapılan çalışmaların ana odağında her zaman insan vardır, çünkü şiir insan için insana yaklaşma, insanı anlama ve insanlığı çoğaltma biçimidir. Bu bağlamda insanlığın dünyevileşme serüveninde anlaşılması ve aktarılmasında şiirin rolü nedir?

E.E: İnsanın fıtratı daha çok iyi olana meyyaldir. Şiir de insanın içinde var olan iyiye, doğruya ve güzele ulaşma arzusunun bir yansımasıdır. Bu bakış açısıyla şiiriyetin ulaşmadığı alanda sevgi eksik kalır. Sevginin olmadığı yerde insanlar duyarsızlaşır. Şiir güzelliklere yeni güzellikler katmak, hayatı daha güzel ve daha anlamlı kılmak için önemlidir. Davası olanın sevdası da olur. Bu da sanattır. Sanatın yarısı şiirdir. Şiire giren daha güzel bir dünyaya sığınma önceliğine sahiptir. Şiirin sonsuz etki gücü vardır. Duygular için uyarıcıdır. Dolayısıyla insani olana biteviye yükleme yapar.

İnsan tabiatı gereği kutsalla bağını daima sağlam tutmak ister. Bu bağ insana varlığını anlamlandırmayı, hayatın amacını ve zorluklarını algılamak hatta onlara karşı direnç geliştirmeyi sağlamıştır.

İnsan yaşadığı hayatı ve sonrasını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Bu insanın yaratılışındandır. Ancak içinde yaşadığımız dönem belki de geçmişte hiç görülmediği kadar büyük kırılmalara maruz kalmıştır. Bu kırılma, insanın kendisine ve hayata yeni tanım aramasına yol açmıştır. Bu manzaraya göre insan kendisini, yaşadığı dünyada "nesne" olarak değil, hayatı düzenleyen "özne" şeklinde tanımlama marazı sayılabilir. Bunun başka bir ifadesi de şudur: düşünce ve değer yargılarında din ve gelenek yerine kendi aklıyla hayatını aydınlatma girişimi, aklın mutlak bilgi kaynağı olduğu vehmi, özetle aydınlanma düşüncesidir. Bu düşüncenin bir ayağı da sekülerleşmedir. Ortaya çıkan modern ve klişe ve şablon toplumu, sanayileşme ürünü bireyci rekabete dayalı kapitalist anlayışın mahkûmudur. Bunların algılanması ve aktarılmasında –ki sosyal olgu olarak almalıyız bunları- sanatın rolü şiirin de sahasındadır. Bunun açılıma ihtiyacı varsa şiiriyet dememiz gerekir. Şiir, kendisi bir bilinçtir. Şiiriyet bilincin ve buluncun / şuur ve vicdanın öz olarak sunumudur. Aktarma meselesinin, dönemin en etkili yöntemiyle yapıldığı gerçeği dikkate alındığında sosyal medya içeriği ya da gündüz kuşağı tv programlarının daha etkili olduğu açıktır. Bu bağlamda hikâye günümüz popu olması hasebiyle önemli olabilir. Ancak şiirin bu meseleyi sembol-çağrışım ve imge temelli aktarma gücü var. Her ne kadar bir tür soysuzlaştırma, aforizmatik hale getirme türediliği olsa da günümüz popu olan sosyal medya içerikleri, reels videoları ve hikâyeler görsel altyapı kuracak şiirin evrensel ve sona dek anlatma meselesi var olacaktır. Nasıl olduğu şaire ve şiiriyete bağlı olduğu kadar, anlamın yok olmayacağı imgeye yüklenmesine de bağlıdır.

B.CAN: Şairler çağın şahitleri olarak biriken acıları, ağrıları, sevinçleri, hüzünleri, özlemleri kristalize edilmiş bir biçimde şiire yaslarlar. Yaslanan tüm bu unsurlar insanlığın anlam dünyasına katkılar sağlar. Şairlerin insanlığa sunduğu anlam dünyasını ne şekilde okumalıyız?

Şiir öncelikle kısa süre için geçerli olan, sürekli olmayan modaların, kaba ideolojilerin, retorik olanın çok ötesinde bir fenomendir. İnsan olmaklığın önemli sonuçlarından biridir. Bu bize örneğin Gazze'ye bakış açısı sağlar. Meseleye 1946'dan ya da bizim bölgeden çekildiğimiz ilk paylaşım savaşı yıllarından bakmamızı sağlayabilir. İngiliz mandasından ve ikinci paylaşım savaşından görmemizi önerir. Bunun için bilinç ve bulunç gerekir. Yani insan olmak yeter sebeptir. Şairin bu bilince ulaştığında şiiriyeti sağlanmış demektir. Şiiriyet bize sembol ve imgeyi sunar. Bu anlamın kalıcılığı içindir. Eğer anlam olarak sunsaydı pop olduğu kadar kalıcı olurdu. Şiirin böyle sunması anlamın kalıcılığı ve sonsuza kadar artarak etkisini sürdürmesi anlamına gelir. Bizler nesne pozisyonundayız, şiiriyeti önce hissetmekle metne yaklaşabiliriz. Şairin hayatından bazı veriler bulup anlam yolculuğuna yaklaşmalıyız. Onun bakış açısını bilmeden, hassasiyetini algılamadan nesne olarak kalmaya mahkûmuz. Şiirin türetimi, anlamın yeniden üretimi mümkün olmaz aksi halde. Türkiye'de şiir okuru biraz şairdir, der İsmet Özel. Bu da şiiri yeniden yoğurma işini yaptığı anlamına gelir. Bu görev hem şiir için hem şair için hem de okurun kendisi için çok kıymetlidir.

11

B.CAN: Northrop Frye, "Edebiyat incelemesi, şiiri, sonsuz toplumsal eylemin ve sonsuz insan düşüncesinin, tüm insanlara karşılık gelen tek bir insanın zihninin, tüm sözcüklere karşılık gelen evrensel yaratıcı sözcüğün taklidi olarak görmeye sevk eder." Cümlesi şiirin anlamı kristalize edilerek sunduğunu ve bunun bir insanlık mirası olduğu fikrine ulaştırır bizi. Şiir ortak insan paydasında evrensel midir, neden?

E.E: Frye, eleştiriyi Rus biçimcilerinin tanımlama şekline de buradan üretilen Amerikan yeni eleştiri yöntemine de yakın durmayan bir yazar. Yarım asırdan fazla eleştiri yazar. Baz aldığı değer nesnelliktir. Sistematik bir şekilde metni ve metnin etrafındaki örgüyü görmeye odaklanır. Eserin anlam evrelerini inceler. Ona göre okuma eylemi içe ve dışa dönük olarak gerçekleşir. Her ikisinde de semboller ele alınır. Temelde mesele edebiyatın bilimsel kesinliğe sahip olmamasıdır ya, sembollerin de böyle bir niteliği yoktur. Frye, sembolleri imge olarak ele alır ve sembollerin doğayı taklit ettiklerini belirtir. Buradan hareketle biçimsel bir şiir eleştirisi inşa etmeye çalışır. Şiiri doğanın taklidi sayar. Biraz açalım meseleyi: Sanatın sübjektif yargılara kurban gitmemesi ancak disiplinli, tutarlı bir eleştiri ile mümkündür. Kişisel değer yargılarına dayanan 'zevk' ve 'beğeni' gibi sübjektif kavramlar edebiyat incelemesinde ve eleştirisinde ölçü olamaz. Bunlar yalnızca edebî eleştiriyi ve incelemeyi takip ederek geliştirilebilir değer yargılarıdır. Ancak sanatsal vandalizme çıkar yol. Frye, sistematik ve nesnel eleştirinin şart olduğunu ifade eder: "Eleştiri olmadan yaşamını sürdürmek isteyen ve ne istediğini ya da neyden hoşlandığını bildiğini ileri süren bir toplum, sanatı vahşileştirir ve kendi kültürel hafızasını kaybeder." (Eleştirinin Anatomisi, s. 29). Diğer kısımda iki önemli nokta var. İlki bir insanın sadrına inşa edilen insanlık fikri. "Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen" mısraını tanım olarak ele alabiliriz. İnsanın tanımı âlemin özü olmaklığıdır. Şairin zihnine doğan anlam meselesi sıkça ifadelerimi işgal ediyor ya, bu tanrısal bir veri. Allah vergisi yani. Bütün dillerdeki bütün kelimeler bu anlama kılıf olmak için var.

B.CAN: Octavio Paz'ın ifade ettiği gibi "bilinmeye el atmalı" yönelişinden doğan "suskular bütünü" olarak belirginleşen şiirin görülen ve duyulanın aktarılışından çok "susulanın yansıtılması" olarak okunması şiiri insanlığın ortak suskular bütünlüğüne eriştirir mi?

E.E: Bilinmeyenin evsafını bilmek! Belki burası önemlidir. Bilinmeyene dair ne biliyoruz? Eğer bilinen-bilinmeyen denklemini bilinç temelli ele alırsak durum bize belki yol gösterebilir. Oysa bilinçaltı bilmek de var işin içinde. Fakat Paz meseleyi Yay ve Lir'de bilinç eksenli ve "bilmek ağır bir yüktür" temelli ele alıyor. "İnsan kendi bilincini kazanır kazanmaz doğal dünyadan uzaklaşıp onun yerine kendisine, -kendi içinde- başka bir dünya yaratmıştır." Bilgi düzeyi arttıkça insanda oluşan olgunlaşma ya da adına her ne diyeceksek kendine dönme şeklinde tebarüz eder çoğunlukla. Ay çiçeği gibi. Doldukça baş aşağı eğilir. İnsan kendine döner. Büyük âlimler ve şairler belli düzeylerde suskuya başlar. Susku bilmenin getirisidir. Az bilen çok; çok bilen az, formülü. Mevlana mesnevide "Sözü sır sarayının kapısı bil. Güzel bir söz işitince düşün bakalım cennetin hangi kapısı açıldı. Kötü bir ses mi geldi; bet bir söz mü işittin? Dikkat et bakalım cehennemin hangi kapısı sana açıldı?" (clt.6.3482)

Şiiri bir iletişim-aktarım saymamız gerekir en temelde. Şairin ona gelenlerden nesneye yaptığı gönderim. Görülen ve duyulanlara gelince bunları zaten muhataplar da görmüş ve duymuş olmalı en azından bir kısmı. Şaire düşen hatta kalan görev zaten bunların dışında. Üzerinde herkesin ittifakla sustuğu şeyler herkes olmayanların iştigal alanıdır çünkü. Özge bir duruş, ergin ve olgun bir derinlik gerektirir. "Susulanın yansıtılması" bu neviden sayılsa gerektir.

B.CAN: Rilke'nin kendini de dâhil ederek şairler için "görünmez arılarız" ifadesi ile Rimbaud'un "bilinmeyene ulaşılmalı" yönelimi şiir için mecburi bir "susku"yu yerleştirme girişimi olarak okunabilir mi?

E.E: "Bizler görünmezin arılarıyız. / Çılgın gibi topluyoruz görünürün balını / görünmezin büyük altın kovanında biriktirip saklamak için." Rilke böyle buyurdu. Rilke öncelikle sembolist bir adam. Semboller üzerine eğilmek lazım. Mesela şair arı mıdır? En ideal sözü araması itibariyle evet. Ona bu şuuru sağlayan yaratandır (görünmez). Şiir yazma itiyadını (Çılgın gibi toplamak) da şiar sayacağız. Görünür ne peki? O da hayat ve insan. Ancak bütün bu kompoze ne için? Şiiri retorik alsanız, güzel söyleme; estetik alsanız, güzeli söyleme… E, bunun tanrısal yanı ne? Belki "güzeldir, güzeli sever." Diğer yana bakalım: sizde var olmayan bir anlam içinize doğuyor. Bu anlamı yüklemek için dilde birim arıyorsunuz. Muhtemelen bunu anlatmanız gerekiyor. Tıpkı onun kitapta örneklediği gibi, sembolle, imge ile. Soru: Kur'an'ın her söylediği an itibariyle anlaşılmış mıdır? Elbette hayır. Sembolleri çöze çöze anlayacak insanlık. Çünkü Allah nurunu tamamlayacak.

"Rimbaud'un "bilinmeyene ulaşılmalı" yönelimi" de bir o kadar açık sembol. Tanrıyı arayan bir adam. Üstat Sezai Karakoç, varlığının esbabı mucibesini sorgulamak babında şairlerin arayışına değinir. "Çağlar boyunca hakikat ve ebediliği, Tanrı'yı aramaktadır onlar.(Asli olan Tanrıdır.) Bu arayış onu gerçekliğe götürür. Şair, gerçeklikle bağını koparmamalıdır. "Mutlak"la teması canlı olmalıdır. Şiirin hikmet çizgisinde olması çok önemlidir. Bu çizgiden çıkması demek "şeytanın dil sürçmesi" demektir." Rimbaud'nun hayatını ve şiire bakışını üstadın açıklamalarıyla bir değerlendirin. Taş gediğe oturur.

Şimdi hem Rilke hem de Rimbaud'nun mit (lejant) alanına ulaştıklarını, ancak mitolojiyi dışlayan, çok parlak bir imgelem gücüne sahip olduklarını söyleyelim. Onlar yepyeni figürleri ve eğretileme yöntemleriyle o güne dek Almanca ve Fransızca anlamında sağlanan dil ittifakını yok ettiler. Bunları yapabilmeleri yeni ve dönüştürücü söylemdir. İlginç olan ideoloji ya da teoloji sahasına girmeden yapmaları. Rilke "Tut ki (meleklerden) biri yüreğine aldı beni" mısraının söylemindeki yürek; şairin bütün lirik şiirlerinde olduğu gibi, içsel bir dünyayı simgeler. Görünenin görünmeyene dönüşümü yürekte gerçekleşir. Bu nedenle melekle buluşma yeri yürektir.

Bilinmeyene ulaşmak… Kadim bilgelik ve insanlığın kaybettiği ya da azgınlığı sebebiyle elinden alınandır. Bu durum Necip Fazıl'ın tabiriyle "ötelerin ötesi"ni yani sisin içini algılamaya çalışmaktır. Bu haddizatında, kendi dünyasını bilinen olarak alırsak bilinmeyeni bulmaya azmetmektir. Tanrı'ya inanmak kişiseldir. Ancak sonrası sorumluluk gerektiren, ham duygunun piştiği ve işlendiği dikey seyre önce hayran sonra kurban olmak demektir. Burası sıradan insanı metafizik âlem ile buluşturma noktasıdır. Bunu da peygamberler ve veraset yapar. Bu çağda insan için en değerli hazine nedir? Susku. Meseleler anlama oturunca mesele kalmaz çünkü.

B.CAN: Şiir bir tür "gayb" meselesidir. Bilinmeyenin incelenmesi insanoğluna sürekli cazip gelmiş, onu aramak, onunla uğraşmak ve elde edilen bilgi kırıntılarıyla "bilinmezi bildiğini iddia etmek" çoğu zaman kâhinlerin işi olmuştur. Şiir bu yönüyle diğer uğraşı alanlarından ayrılır. Onun istikameti daha çok hakikate doğrudur. Şiirin "gayb" meselesi hakkında neler söylersiniz?

E.E: "Gaib" bulunmayı istemek eylemi sayılır. Her kayıp bulunmaya ve bilinmeye yatkındır. Fıtrat gaybı algılamaya meyyal çünkü. Gayb bilinmeye meyyaldir. Şuara suresinde "…Kur'an'ı okuyan ve onun mesajını insanlara anlatacak şiirler söyleyen…" tanımı var şairin. Gaybın anahtarı şairlerin elindedir şeklinde ve zayıf hadis geçen söz, Lokman 34'e aykırı olması hasebiyle zaten makbul değildir. Ancak şairin farkındalığıyla açık olan zihni de Allah'ın elindedir. Çünkü şiir dediğimiz öz kendisi zaten bir bilinç halidir. Önceden olmayan ama birden ve o anda olan şeyden söz ediyoruz. İlham. Gaybın insanlara sezdirilmesi. Rahmani rüya gibi düşünmek lazım.

Bu arada sezgi de bilgidir.

görseller: İvan Konstantinoviç Ayvazovski


Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 24.04.2025 09:26 - Güncelleme Tarihi: 24.04.2025 09:44
1.123

Bilal CAN Hakkında

Bilal CAN

Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji lisansını tamamladıktan sonra yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Sosyolojik çalışmaları mekân, kent, şehir ve edebiyat sosyolojisi üzerine yoğunlaşmıştır. Şiirleri, denemeleri, kitap değerlendirmeleri ve eleştirileri bir çok dergide yer aldı.

Kitaphaber.com.tr sitesinin kurucuları arasında yer alıyor ve 2015'ten itibaren genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Yayınlanmış Kitapları

- Diriler Evinden Notlar, Ahenk Kitap, 2024.
- Bir Kuşu Taşlarla Bu Çöle Bağladılar, Hece Yayınları, 2023.
- Zaman İçinde Mekân, Hece Yayınları, 2021. (TYB 2021 Şehir Kitabı Ödülü)
- İnsanlığın Ağlama Tarihine Bir Giriş, Hece Yayınları, 2021.
- Kebikeç, İzdiham Yayınları, 2019.
- Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân, İzdiham Yayınları, 2017.

Bilal CAN ismine kayıtlı 376 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 6 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com