Gidiyorum Bu Eserine ve Şair-i Deha’ya Retrospektif Bir Bakış

Oytun Efe Kuru yazdı...
've bunları elbette çabucak geçelim sevgilim'
-c. zarifoğlu
Gidiş… Postmodern ya da eskil bir şekilde ayırt edilemez. Gidişte gayrılık yoktur. Bu sebeple başlangıçta söylemeliyim ki inceleyeceğim Ah Muhsin Ünlü'nün ''Gidiyorum bu'' eseri her ne kadar post-modern bir cilvenin ürünüyse de, içerisinde taşıdığı amorf ana nosyon olarak postmodern üst kurmacayı ve hatta postmodern yapısökümü tillahıyla aşmaktadır. Tillahıyla; peki neden? – el cevap ''gidiyorum''un sonuna 'bu' eklenmiştir… Bu 'bu' tüm açıkları ve köşesizlikleri kapatmaktadır dile indirgenen ''gidiş''in mor ötesi sinesinde.
Onur Ünlü'den bahis açalım. Bir zamanların gizemli ve şanssız adamıydı. ''Burçak onu sevmiyordu..'' Özellikle sinemadan ziyade edebiyatla yakından iltisaklı olduğu sıralarda çok masum bir postmodernizmi kendi içinde taşımaktaydı. Böylece dehanın gümüş çivileriyle çaktı nar-ı nazıma Modern Türk Şiiri'nin keçiyollarında, uçurumlarında, zirvelerinde göveren ağulu hemzemin dörtlükleri. 1973, İzmit doğumlu. 23 yıl öğrenci olarak yaşamış. 23 yıl öğrenci olarak yaşamak her baba yiğidin harcı değildir, bunu 16 yıl üstünde öğrencilik yapanlar iyi bilirler. İçlerinde Alper Canıgüz, Murat Menteş, Murat Uyurkulak gibi usta isimlerin bir arada bulunduğu Afilli Filintalar ekibinin bir parçasıydı Ünlü. Ülkemizde çok satan edebiyat dergilerinin müdavimleri ve öncüleri olan ekipten. Yine de yalnızdı. Özellikle doksanların sisli baharlarına geri dönüp Onur Ünlü'yü bir fotoğrafı incelikle keser gibi o yıllardan kesip alsak hiç sırıtmazdı, elleri cebinde yürürdü o. Şairin belgisi elleri cebinde olmasıdır çünkü. Ellerim cebimdeyse ben görünmezim; şiir ise o an gözlerden, dillerden ırak olamaz.
Kitabın Sel Yayıncılık'tan ilk baskısı 2005 yılına denk geliyor. Öncesinde 2000 yılında kendi yayınevi'nden nüshaları da var. Kitap bir bütün ve bütünlüklü bir eksiklikten 'bütün eve dönmek isteyenlere' adanmış. Eve dönmek istiyorsan, evde değilsen bir eksiklik seni sarmalar çünkü. Çünkü 'yuva' psykhe'yi bütünler.
Nerede, hangi mahir ilim altında tanımlanırsa tanımlansın yuva metafiziksel bir tamamlanma halidir; böylece şiire taşar.
Kitabın içindeki şiirlere neredeyse tamamına hâkim bir izlek var: 'anne motifi'. Öyle ki, Ünlü için annenin oluşu ve olmayışı nazımı muktedir yahut mensuh kılıyor. Bu tikel mahremi daha da açmak ozanlık açısından bana doğru gelmiyor, bırakıyorum Ünlü kendi gizinde inzal olsun ben aşk konseptinden devam edeyim. Ünlü, bu yalnızlık zamanlarında kızların onu umursamadığını söylüyor. O zamanlarda onunla tanışık olsaydım -gerçi şimdi de tanışık değilim ya- bu umursamazlığı ne kadar umursadığını sorardım ona. ''Ne kadarını şiiri için umursuyor ne kadarını kendi hayatı için?'' Muhtemelen de gerçekten umursadığı ve şiirinin içinde olmasa da olur gibi bir cevap alabilirdim; çünkü dedim ya, o zamanlar Ünlü'nün samimi bir postmodernizmi vardı, onun için Derrida'dan mülhem 'metnin dışı yoktur' düsturu hükümsüzdü. Şimdilerde sinemasıyla geldiği nokta bambaşka şeylere delalet ediyor, neyse… Kitabın içindeki şiirlere geri dönersek, şiirlerin taşıdığı ses ve imgelem dünyası bana ilk okuyuşta Ece Ayhan'ın atonal şiir yapısının proaktif bir versiyonu gibi gelmişti, her ne kadar Ece Ayhan'dan sonra yazsa da. Fakat bir fark vardı ki Ece Ayhan'daki o kara keskinlik, morötesi ağıtsal durumdan ziyade Muhsin Ünlü'nün proaktif imgelem diyarı İsmet Özel'imsi bir ezgisellik de taşıyordu. Sanki İsmet Özel'in son dönem (of not being a jew) üretim dünyası ile Ece Ayhan'ın 80'lerdeki asil-kızıl havsalası bir çakışma halindeydi Muhsin Ünlü'de. Eee.. böyle bir çakışma varsa ben yazmadan durabilir miyim okuyucum? Beni az buçuk tanımışsınızdır…
Bisiklet ve Allah'tan tutun da, Kuşlar Ölürlerse Yere Düşerler şiirlerine kadar neredeyse hepsinde çocuksu bir oyunsuluk ve muzip bir bilmecemsi hava hâkim, en çok da bu yönünü seviyorum bu şiirlerin. Bu, bir anlamıyla benim 'deha' anlayışımla paralel bir mesele. Benim için şairane deha imgelem patikalarında, kafiyelerin alnacında sütümsü bir yarı alacakaranlıkta raks etmektir. Bir bilmecedir işte bu, bildirmecedir. O sütümsü yarı alacakaranlık bir bıldırcındır yeri geldiğinde. Evet! Deha Muhsin Ünlü'deydi. Bir bıldırcındı o zamanlar. Bıldırcındı ozan kendi ihlasında, muhlis fezada, İstanbul'un ara sokaklarında, Halaskargazi caddesinde dolaşırdı…Doksanlar artık yok. Şiir de yok oldu zaten.. Yok olmadıysa bile izi çok silik artık, eskisi gibi bağırılmıyor hiçbir ağızdan. İşte bu noktada Kocelisin sen bizim canımız şiiri devreye giriyor: 'Bağırmayan taraftar s…. gitsin.' diyor Muhsin Ünlücüğüm. Ali Atay, bu muazzam şiiri 2014'te bestelemişti. Yıllardır dinlerim, 99 gölcük depremi için yazılan bir şiirdi. Tam da 17 ağustos günü yayınlamıştı Ali Atay, Onur Ünlü'nün sıkı dostu. U must say good-bai 2 me…
Ama en favori şiirimden bahsetmedim henüz; Senin Bıraktığın Yerden Allahu Ekber şiiri. Çağıldayan bir meşk bülbülü bu şiir. 4 bölümlü, son kısmı her şeye muktedir: Seni Seviyorum. Şairlerin sevdicekleri yıldızları dürüp kaldırır, şair-i azam ise çözüp indirir sitareleri ve yol sürer, geceyi felç eden sessizliği yaka cebinden söker azamın. Künyeler gayb olur, fünye çekilir, gönyeyi kaptırdığı çingeneyse çoktan Buhara'yı yakmış olmalıdır… Gönye ve pergel değil bu sefer, gönye ve hederlezi… İşi bırakır şair, artık aynaya da bakamaz çünkü ilan etmek seccadeyi aynı anda kendi gırtlağına da uygulamaktır…
Hallac'ı Mansur'a yeni başlayanlar için de bir şeyler önerir Ünlü; tersten, postmodernce: öğrenciydi, bir kıza aşıktı ve aynı zamanda başka bir senaryo üzerinde çalışıyordu… Kendi hayatı üzerinden yola çıktığı bariz, bir kendi kendine vaaz verme nişanesi bu. İbn'i Arabi'yi de anmadan geçmez tabi ki: çünkü onun üçlenmesi demek, tapınak demektir, kutsal kitap demektir… Meseleyi genişletirsek, Onur Ünlü'nün şeyh ile kurduğu korelasyonlar bütünü hep ilginç gelmiştir bana. Gerek şiirlerinde ama en çok filmlerinde şeyh her zaman bilge kişiye işaret ediyor. Ama hikâyelerin atmosferleri postmodern bir iç içe geçme hasletiyle günah ve karmaşıklık dolu. Bu bahsettiğim mevzunun en iyi temsilcisi kendisinin prominent filmi Kırık Kalpler Bankası. Ünlü, özellikle seküler günah dünyasıyla uhrevi dini dünya arasında kaygan bir geçişkenlik ilişkisi kurmaya çalışıyor. Karmaşa ve ışık dâhice bir saçmalıklar silsilesiyle iç içe bir ayla gibi…
Ama kendisinin üstün bir maxim'i var: Vincit Omnia Veritas yani ''Hakikat her şeyin üstesinden gelir.'' Öyle ki, bana kalırsa Ünlü, bütün bu absürdlüğün, saçmalığın ve karmaşanın zamanla anlam kazanacağını, amorf haletten sıyrılacağını ve hakikate dönüşeceğini düşündü. Böylece de her şeyin aslında hakikat ve gerçek olduğuna şahitlik etti. Her şey gerçekti, absürt olan bile gerçeğe evrilme aşamasında bencileyin bir momentti. Böylece zaman, her şeyi gerçeğe dönüştürüyor, eşya ile gerçek arasında bir sırat köprüsü kuruyor… Buradan şiire düşen pay ise elbette ''ben bu şiiri ellerimle yazıyorum sevgilim'' dizesi. Şiiri elleriyle değil de başka yerleriyle yazanların şiiri şaibeli, kafiyeleri hilelidir…
Bitirirken Ünlü'nün geldiği son noktaya olan sitemimden bahsetmek istiyorum biraz. Sanki yıllar içerisinde o imanlı samimi postmodernizmin yerini boşlukta float eden ve modern felsefeyle cilalanmış bir rasyonalist etikçi imansızlık almış gibi. 2017 sonrası yaptığı filmler ve yazdığı Kız Çocuğu kitabından sezdiğim şeyler bu gibi şeylerden mürekkep oldu. Misal mucize gibi bir kavramı bile etimolojik bir analize tutup 'aciz bırakan' anlamına geldiğini söyleyip hiçbir metafizik temel barındırmadığını iddia ediyor. Aczin ve mucizin tasavvufi terminolojide en kutsal fenomenolojik momentleri ifa ettiğini atlayarak… Neyse, bu sitemi fazla ilerletmek istemiyorum ve Muhsin Ünlü'yü Gidiyorum Bu kitabıyla özdeş tutmak istiyorum hafızamda. Saygılar ve sevgiler şiire olsun. Gerek postmodern, gerekse de tersi…
Yazar: Misafir Köşesi - Yayın Tarihi: 20.11.2024 09:00 - Güncelleme Tarihi: 27.10.2024 15:39