Hermann Hesse’ten Bir Gençlik Öyküsü: Demian
Ben düş kuşu sarı atmacayım. Boynumda Kabil nişanı, yoluma devam ediyorum. Işığın kalbindeki karanlığa vuruluyorum. Bir başkası olamam. Bir başkası olmak için gelmedim dünyaya. Bütün amacım kendini tanımak, kendim olmak. Habil'imi öldürmedim ama Kabillerin Habilleri neden öldürdüğünü anlamak istedim. Böyle yaparak Habil'imi ve Kabil'imi birlikte barış içinde yaşatmak istedim. Tek arzum, Kabillerin Habilleri öldürmediği bir dünya inşa etmekti. Olmadı. Her defasında Kabiller galip geldi, ayaklarımın dibindeki ölü Habillerin sayısı arttı. Habiller öldürüldükçe ben yoluma devam ettim.
İlk karşıma çıkan da sevgili Max Demian oldu. Benim güzel dostum. Beni Franz Kromer belasından kurtaran yürekli insan. Demian bana ayna oldu. Onunla teselli buldum. Ben sormadan o cevap verdi. O cevap verdikçe ben ona yeni sorular sordum. Ta ki bir savaş cephesinde annesinin kanlı öpücüğünü bana iade edene kadar.
Demian başkaydı. İlk kez Demian, Kabil nişanını bana göstermişti. Kabil nişanı, varlığı aydınlık ve karanlığıyla, ışık ve karanlığıyla, iyilik ve kötülüğüyle, cennet ve cehennemiyle, soğuk ve sıcağıyla bir bütün olarak görmek. Kabil nişanı, atını dönüşü olmayan yollara sürmek. Kabil nişanı, Habil dağında kendine seslenmek, uçurumunda çoğalmak, yalnızlığında yankılanmak.
Sonra Abraxas çıktı karşıma. Tanrı ile şeytan ilişkisini anlamak istedim. Aynı sorular üşüşüyordu kafama: Tanrı şeytanı yaratmasaydı yine de Adem ile Havva cennetten çıkarılır mıydı? İnsanlar dünyayı cehenneme çevirir miydi? Kabil Habil'in kanını döker miydi? Bu durumda şeytan mı daha çok özne yoksa asıl aktif olan insan mı?
Aşk vadisinden geçtim. Aşık olduğum kadına Dante'nin Beatrice'nin ismini verdim. Sonra aşık olduğum kadın Demian'ın annesi Eva olarak karşıma çıktı. Eva, yani ilk annemiz Havva. Eva'nın şahsında ilk annemizi görmüştüm ve vurulmuştum. Ben bütün hayatım boyunca Havva anamızın öksüzlüğünü yaşamıştım. Çünkü Eva hem manevi annemdi hem sevgilimdi hem kardeşimdi hem sırdaşımdı.
İnsanlar öldükçe öksüzlüğüm artıyordu, kimsesizliğim büyüyordu, yalnızlığım derinleşiyordu. İnsanlar öldükçe içimdeki Kabiller Habilleri öldürüyordu. Hiçbir şey yapamıyordum. Ne içimdeki savaşın önüne geçebiliyordum ne de dışarıdaki vahşeti durdurabiliyordum.
Müzisyen dostum Pistorius en zor zamanlarımda karşıma çıktı. Ben istemiştim kader de karşıma çıkarmıştı; çünkü onun gibi suskun ve derin bir dosta ihtiyacım vardı. Onun müziği ve sessizliği ruhuma iyi geliyordu. Ne demişti dostum Pistorius: "Kendi yazgısı dışında bir şey istemeyen kimse kendi gibilerinden el çeker, yapayalnız kalır ortada, çevresinde o soğuk mekandan başka bir şey bulunmaz." (Sayfa; 157).
Kendi kaderimi sonuna kadar yaşayacaktım. Üstadım Nietzsche gibi uçurumlarımın gözlerinin içine bakacaktım. Asla başkalarının yoluna girmeyecektim.
Buda gibi sadece kendi yazgımı yaşayacaktım. Ölümden korkmayacaktım hiçbir zaman.
İsa gibi yaşam ve ölüm arasında bir fark görmeyecektim. İhanet şebekelerinden uzak duracaktım her daim.
Yehuda gibi satmayacaktım çobanımı. Yazgımı sevecektim ve koruyacaktım. Sözüme sadık kalacaktım. Sözümün yankılanıp yankılanmaması önemli değildi. Önemli olan sözümün bana ait olmasıdır ve kendimce ifade edilmesidir. Kendimi tanımak ve kendimi bilmek, bir sözümün olmasına ve onun kendimce ifade edilmesine bağlıydı.
Knauer ak büyüsüyle karşıma çıktığında içimdeki karanlık galip gelmişti. Gençliğim gidiyordu. Savaş başlamıştı. Kabil'in nişanı işe yaramamıştı. İnsanlar birbirini boğazlamaya başlamıştı. Ben, düş kuşu sarı atmaca, insan kanıyla kızıla dönüşüyordum. Demian annesinin kanlı öpücüğünü iade ettiğinde düş kuşu kızıl atmaca beni terk etmişti. Gençlik öykümün sonuna gelmiştim.
Demian Emil Sinclair'in Gençliğinin Öyküsü
Hermann Hesse
Çev. Kamuran Şipal
Can Yayınları
Sayfa 199
İstanbul, 2018
Yazar: Faik ÖCAL - Yayın Tarihi: 07.07.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 06.07.2023 15:49