Sedat Umran ve Şiirine Dair 9

Tuğba D. CAN yazdı...
Leke Eserindeki Eşya Şiirleri
"İğne
Bir ömür boyu diktik,
Yamadık üşenmeden,
Sevinci duyamadık hiç;
Deldik geçtik.
Bir gözümüz var,
Gözyaşından bir iplik;
Düğmelere doladık üzüntümüzü.
Öyle küçümsendik ki
Şaşmayın halimize,
Batmayınca duyuramadık varlığımızı.
Biz yutulmaktan korkulan,
Yalnız sivrinin, incenin bilindiği
Çıplak gövdemizle utanarak yaşadık;
Emeğimiz boşa gitti
Başkalarının giyindiği"(Umran, Leke, 1999, s. 13).
"şiir, dilin bütün sesi yapı, anlam vs. imkânlarının zorlanarak, hatta ters yüz edilerek, içselleştirilerek kurulan bir yapıdır. Bu tutum, şiir dilini dil içinde "özel bir dil" yapmaktadır" (Özçelik, 2015, s. 39). Umran, şiire dair özel bir dil kurmuş ve bu dili bütün şiirlerinde kullanan bir şairdir. Onun için şiir, farklı sesleri ve eşyaları içselleştirerek aktardığı bir kurgudur. İğne şiirinde olduğu gibi, diğer şiirlerinde de eşyalara hem anlam hem de duygu yükleyerek aktarma yolunu seçmiştir. Hayatının parçalarını gözyaşlarından oluşan bir iplik ile ördüğünü ifade eden şair, acıyı, hüznü ve yalnızlığı bu iğne ile bütünleştirmeye çalışmaktadır. Sonunda emeklerin zayi olması olsa da.
"Sakız
Ezile ezile gövdesi
İnceldi ama kopmadı;
Kaderi çiğnemekmiş,
Yine de bir damla kana akmadı.
Aramadı bir başka ağız,
Yitirdi ak rengini;
Güçlüyüm sandı, dayanamadı,
Can sıkıntısından patladı sakız"(Umran, Leke, 1999, s. 14).
"şair (de) kelimeleri kullanmakta ve bu yolla bir şeyler anlatmaktadır ama nasıl anlattığı, bu anlatımda kelimelere nasıl tasarruf ettiği önem taşımaktadır. Kelimeler, şair dilinde yepyeni anlamlara bürünür" (Özçelik, 2015, s. 39) bu anlamlarla yeni bir kurgu yeni bir dünya ortaya koyabilme kabiliyetine sahiptir şair. Umran da şiir dilini kurgularken kelimelerin farklı anlamlarından yola çıkarak, onlarla farklı anlamlar yükleyerek kullanmaya çalışır. Eşya yine onun için belirleyici temel hareket noktalarındandır. İnsanlığın serüvenine dair kısa fakat öz bir anlatımla mücadeleci bir yaklaşımı gözler önüne sermektedir.
"Kopça
Kopçanın konuşması
Sürer bir çıt kadar;
Minnacık dünyasında
Kocaman özlemler var.
Çıt onun gülüşüdür,
Sevinci metal sesi;
Belki de öpüşüdür:
İncecik dudakların
Sımsıkı kenetlemesi"(Umran, Leke, 1999, s. 15).
"…insan bir şiir karşısında bir eşyanın karşısında durduğu gibi duramaz. Neticede insan, eşyaya beş duyusuyla bakacaktır. Beş duyu ise eşyayı dışarıdan kuşatabilir. Mesela göz gösterir, el tutar o kadar. Şiir ise beş duyu ile başlayan yolculuktan öteye, esrarlı bir alana yolculuktur" (Özçelik, 2015, s. 43)bu yolculukta Umran, insanın eşyaya bakışı ve eşyadan insana bakış altında iki yönlü bir tavır sergilemiştir. Her eşya onun için farklı anlamlara bürünebilir, farklı bir duygu durumunun yansımasını ortak bir yalnızlık temeliyle ifade edebilir. Kopça şiirinde olduğu gibi. Kopça "Bir giysinin iki yanını bitiştirmeye yarayan ve metal bir halka ile bir çengelden oluşan araç, agraf" (Tdk, 2018) olarak aktarılmıştır. Birbirine kenetlenmedikçe, kavuşamadıkça ayrılık acısını ve hüznünü yaşayacaklarını aktaran Umran, bu şiirinde hasret-özlem temaları üzerinde durmaktadır.
"Düğmenin ölümü
Düğmenin gözleri vardı,
Ufacık gözleri gizliliğin;
Onu en yakını boğdu,
Kurbanı oldu iliğin"(Umran, Leke, 1999, s. 16).
Eşyaya dair en çok şiirlerin toplandığı eseri olan Leke, Umran'ın da en çok bilinen eseridir. Umran bu şiirinde daha önce de belirttiğimiz gibi eşya peşinden "trajik benin" yalnızlığını, hüznünü, sevincini, yaşamış olduğu duygu durumunu çözümlemeye çalışmaktadır. Umran'ın şiiri modern dünyada metaya dalmış insana bir tür cevap içermektedir. Düğmenin Ölümü adlı şiirinde ölüm teması üzerinde durarak duygularını aktarmaktadır.
"Fermuar
İçinde birleşmekten
Öte bir özlem var;
Tek başına yaşamayı
Arasıra hayal eder fermuar.
Bazan inadı tutar,
Sıyrılır kolaylığından;
Güç yaşamalar arar,
Bulamaz, eder intihar"(Umran, Leke, 1999, s. 17).
Sedat Umran, hemen hemen her şiirinde insanlar tarafından aslında bilinen olguları tekrarlayarak bir konuya dikkat çeker: farkındalığı arttırmak. Fermuarı insanlara dair olan bir özellik ile birlikte anar: kavuşmak ve ayrılmak. Bu duygu durumlarında insanlar kavuşurken sevinç ve mutluluk duyarken ayrılık söz konusu olduğunda üzülür ve acı çekerler. Umran, bu şiirinde vuslat-firak bağlamından ötede üçüncü bir arayışın insanı intihara götürebileceğinden bahseder.
"Makas
Makas düşünüyordu: ne çetindi görevi,
Kesmek, ufaltmak, kırpmak herşeyi;
Unutmuştu acımaktan gülümsemeyi
Taş kesilmiş yüreğin çelikleşen çığlığı.
Ben de isterdim kendimde denemeyi,
Bölebilmek içimdeki uzunluğu sonsuzu;
Varlıkların en serti, en korkusuzu,
Doğramak ne varsa kötü ve iyi.
Makas olaydım,
Bölerdim uzayan can sıkıntısını,
Umutlarımı, ürkekliğimi, yalnızlığımı da;
Ölümünü kendime göre keser, biçerdim"(Umran, Leke, 1999, s. 18).
Makasın görevi ya da makastan beklenilen kesilmeye müsait olan eşyaları belli başlı parçalara ayırmasıdır. İnsan gücüyle çalışan bu alet, tutulan el tarafından farklı biçim ve uzunluklarla eşyayı kesmeye, parçalamaya yarar. Umran, makasın bu özelliği dolayısıyla içerisindeki can sıkıntısını kesip parçalamak ister. İçerisinde bulunduğu o halet-i ruhiye karşısında çaresizliğini ifade eder. Makasın kesme özelliğiyle bu halden kurtulabileceğini – reel anlamda kurtulamayacağını kendisi de bilmektedir, fakat bir çare arayışını gözler önüne sermektedir- ifade etmektedir.
"Kutu ile Kürdan
Öyle kapandı ki içine
Dünyayı unuttu,
Yaşadı kendi kendine
Kimsesiz kutu.
Üretti saf havayı
Pis soluğundan,
Kimseye açılmadı
Boynu kırılan kürdan.
Belki dişine göre
Bir arkadaşı olurdu;
Bir çekmecenin gözünde
Tam on yıl sessiz durdu.
Birgün sancısı tuttu,
Özledi gün ışığını;
Biri açtı içini:
Bulduğu gölge ve kuytu"(Umran, Leke, 1999, s. 19).
Umran, bu şiirinde yalnızlık ve özlem içerisindeki durumunu kutu ve kürdan eşyaları ile açıklamaya çalışmaktadır. Her eşya, onda farklı bir anlama bürünebildiği gibi modern insan için de bir cevap içermektedir. Modernizm, bireyselleşmeyi ön plana alırken insanı, insan ilişkilerini de çeşitli biçimlerde sınırlamaktadır. Bu da insanlarda yalnızlaşmaya neden olmaktadır. Hatta denilebilir ki, modernizmin insan üzerindeki en büyük etkisi onu yoğun yalnızlıklara gark etmesidir. Bu bakımdan Umran'ın yalnızlığı modern insan yalnızlığına benzemekte, onun düşmüş olduğu durum modern insanın bunalımları, duygu durumlarını yansıtmakta ve bu duruma bir cevap içermektedir.
"Zamk
Zamk açmaz ağzını,
Konuşması yapıştırmaktır çünkü;
Ekler sözcükleri birbirine,
Büsbütün sus-pus olur.
Sever gizliliği, ölümüdür çünkü;
Açıkta kaldıkça katılaşır gövdesi,
Yitirir bir anlık gücünü,
Atılan ve istenmeyen olur.
Çok şeyimizde zamk,
Gülümsemeleri yapışkan kişilerin;
Hergün saldığı o kahkaha tüpünden
Yapıştıracak şey olmayınca
Arar bulur kendini.
Zamk tavandan sarkar,
Sineklerin kokuşması birikerek;
İsteriz bazan bir yapışmada durmak
Artınca sürükleyişi gücümüzün"(Umran, Leke, 1999, s. 20).
Nurullah Çetin, Umran'ın "Mankenlerin Yalnızlığı" başlıklı şiirinde ifade ettiği üzere "Şair, deneme üslubunu çok benimsemiş. Onun pek çok şiiri, somut nesneler, eşyalar üzerine serbest düşünce, değerlendirme ve yorumlardan ibarettir. Somut nesneler ona çağrışım imkanı sağlamakta ve onlardan yola çıkarak düşüncelerini mısralara dökmektedir" (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 240) ifadesi, Umran'ın şiirinin geneline söylenebilir. Zamk şiirinde olduğu gibi somut nesnelerden yola çıkarak soyutu anlatma yolunu seçmiştir Umran.
"Şeker
Yaşar dörtköşe dünyasında
Limona inat,
Sarıya ve ekşiye
Işık kesiti.
Bırakır kendini
Bir kez sevince
Eriyene dek,
Çözülür benliğinden
Tad-dünyasına dönüşerek.
Katıksız yaşaması,
İçi dışı gibi temiz;
Kaşığa olan yakınlığı
Yoksa büsbütün kimsesiz"(Umran, Leke, 1999, s. 25).
"Neyin edebiyat olduğu veya olmadığının belirlenmesinde değer yargıları büyük ölçüde etkilidir, yazının edebi olması için "güzel" olması gerekmez, güzel olarak değerlendirilen türden olması gerekir: Yapıt genel olarak değerli bulunan bir tarzın kötü örneği de olabilir"(Eagleton, 1990, s. 34) ifadesi edebi eserlerde "güzel"den ziyade "güzel" bir türden yola çıkarak "güzel"in bulunmasını amaç edinir. Umran'ın bütün şiirleri için "güzel" ifadesini kullanmak yanıltıcı olacaktır fakat "güzel" bir tür olan şiirden yola çıkarak eserler üretmesi "güzelliğin" farklı boyutlarını görmemize katkı sağlamıştır. Şeker şiirinde anlattığı üzere Umran, herkesin bildiği üzere şekerin tadından yola çıkarak ağzımızı tatlandıran şekerin erime sevincini idealize ederek ortaya koymaktadır.
"Tuz
Biberin kardeşidir
Rengi ak olmasa;
Ekşiyle tatlı arası
Denizin canıdır tuz" (Umran, Leke, 1999, s. 26).
Tuza dair düşüncesini tuzun ilk anlamından yola çıkarak aktarmıştır. İnsanlar için önemli bir madde olan tuz, kokusuz, suda eriyen özelliği ile insanların günlük hayatlarında en çok kullandıkları kimyasal bileşendir.
"Sünger
Beni çok sıkmayın
Ağlarım hüngür hüngür,
Ben üzüntüsüz yaşayamam;
Binbir gözüm var,
Herbiri bir dünya görür"(Umran, Leke, 1999, s. 26).
Umran bu şiirinde tema olarak "üzüntü"den hareketle somut bir maddeyi soyut olan duyguları anlatmak için kullanmıştır.
"Mıknatıs
Yaşıyor mıknatıs
Gücünün kuşattığı ortamda;
İtmenin ötesinde
Topluyor aşkının dağılan parçalarını
Üşüyen gövdesinin her noktasında.
Besbelli halinden
Bütünlemeğe çalışıyor
Savrulan parçalarını,
Sımsıkı tutuyor duygu kırıntılarını
Yere düşürmemek için elinden" (Umran, Leke, 1999, s. 27).
Umran, şiirlerinde modern insanın yalnızlığını işleyerek bunu temel dayanak haline getirmiştir. Her eşyanın kullanım amacının dışına çıkmadan ortaya koyduğu şiirler soyut olanı daha açıklanır kılmak içindir. Mıknatısın itme ve çekme gücünü bilip bunda önemli olanın çekme gücü olduğunu ifade ediyor. Dağılan parçaları birleştirmek için bu gücün olması gerektiğini ifade eden Umran, bunu hayat karşısında darmadağın olmuş insan için elzem bir çaba olduğunu vurguluyor.
"Termosun Ölümü
Termos diyor ki parçalandım binlerce
Düşüncelerin yatağında her gece,
Duyardım serinleten varlığımı;
Saklıyorum şimdi yıkılmış dünyamdan
İçimde kalan cam kırıklarını, kurtardığımı.
Termos diyor ki yaşıyordum biraz önce
Beni unuttunuz değil mi?
Hayal kadar sessizdim, his kadar ince,
Kim sezecek aranızdan eksildiğimi?"(Umran, Leke, 1999, s. 28).
Nurullah Çetin, Umran'ın şiiri üzerine ifade ettiği üzere "Şair, deneme üslubunu çok benimsemiş. Onun pek çok şiiri, somut nesneler, eşyalar üzerine serbest düşünce, değerlendirme ve yorumlardan ibarettir. Somut nesneler ona çağrışım imkanı sağlamakta ve onlardan yola çıkarak düşüncelerini mısralara dökmektedir" (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 240). Termosun Ölümü adlı şiirinde Umran, biçimsel unsurlara bakmadan termosu kişileştirme ile bir canlı gibi ele almakta "Saklıyorum şimdi yıkılmış dünyamdan" ifadesiyle de üzüntüsünü ifade etmektedir.
"Masa Saati
Çekiyordu saat hasta ciğerlerine
Odanın ılık havasını derin zamandan;
Sürekli öksürükler sarsarken gövdesini
Ulaşmak çabasında mutlu yaşamalara…
Yürümek neye yarar, aynı yerde kalmakla
Kara bacaklarının yuvarlığı içinde,
Oydu zamanı ucu sivri bir bıçakla
Oyalandı gözlerimizin aldatan sevincinde.."(Umran, Leke, 1999, s. 29)
Saat ve hastalığı bir arada işleyen Umran, zaman kavramını saatin kara bacakları olan akrep ve yelkovan ile ölçüldüğünü, yürüyüşlerinin ise hep aynı yerde sayarak olduğunu ifade etmektedir. Bu şiirinde "çaresizlik" teması üzerinde durmuştur.
"Mum
Öksüz şamdanlara bayramlık giysileri ben dokurum.
Bu akan içimin temizliğidir, aklığım,
Bu titreyen yüreğim, yokluğumu havaya çizen,
Şu ışıktan bilincim, dağıtan karanlığınızı;
Susmasını size ben öğrettim damla damla erirken,
Siz yaşamalara itilmiş, bense ölmeği deneyen"(Umran, Leke, 1999, s. 30).
Rilke'nin "sanat, çokluk içinde yaşadığımız karmaşayı gözlerimizin önüne sermekten başka bir şey yapmamıştır" (Rilke, 2000, s. 21) ifadesini Umran'ın şiirleri bağlamında değerlendirilmesi yapıldığında Umran'ın şiirleri milyonlarca eşya içerisindeki o karmaşıklığı ve keşmekeşliği göz önüne alarak belli başlı eşyalara yoğunlaşması ve bunları şiirde işlemesi, bir nevi insana göstermesi sanatın bir özelliği olarak yorumlanabilir. Umran'ı eşyaya bakışı şair hassasiyetiyle olmuştur.
"Terlik
Sürüklenmiş meğer kaderim,
Ayakkabı olabilseydim derim.
Değiştirdim şimdiye dek kaç ayak
Beni bir anlayan bulunur sanarak.
Gıcırdamağa alışırdım belki
Yapabilseydim yakınışımdan bir musiki.
Bir kıyıda sahipsiz unutulmazdım,
Bir avunma olurdu attığım her adım"(Umran, Leke, 1999, s. 32).
"Sanat yapıtı, sanatçının varlığının çok derinlerinden kopup gelen bir itiraftır; bir anıyı, bir yaşantıyı ya da bir olayı bahane olarak kullanıp kendini sunar bize, yaratıcısından kendini koparıp alarak tek başına varlığını sürdürür" (Rilke, 2000, s. 7). Umran'da itiraflarını eşyalarla işleyerek fısıldar. Yaşantısındaki önemli olay ve olguları, yalnızlığını ve çaresizliğini eşyalara yüklerek anlamlandırır. Eşya, bu şekilde farklı bir boyuta, farklı bir anlama sürüklenir. Terlik şiirinde Umran, tek olarak anlamsız olduğunu, yalnızlıktan bunaldığını, kendisini anlayacak birini aradığını ifade etmektedir. Burada tema olarak "yalnızlık" kullanılmıştır.
"Top
Elden ele taşıdığımız sıcaklık,
Kimseye bağlı olmamanın verdiği haz;
Çocuklar gibi başıboş, haylaz,
Gelişigüzel yaşamağa alıştık.
Bir savruluşun hızıyla havada kaldık,
Sevinçten uçtuğumuz yükseklerde tek
Açılan avuçlara rasgele düşerek
Harcamadık gücümüzü, ne büyüdük, ne ufaldık.
Gerçekten sevilmeyi deneyerek gizlice
Kendimizi ağların kucağına bıraktık;
Birden toprağa düştük tiksintiyle itilince,
Elden ele geçerek yaşamağa baktık"(Umran, Leke, 1999, s. 33).
Rilke'nin şiir ve sanat anlayışıyla Umran'ın sanat anlayışı birbirine yakındır. Rilke, Sanat Üzerine eserinde: "Bana göre sanat, tek kişilerin dar ve karanlık mekânlar üzerinden en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm nesnelerle iletişim kurmaya çalışması, bu tür sürekli diyaloglarla yaşamın çığırtkanlıktan uzak en son kaynaklarına yaklaşmasıdır" (Rilke, 2000, s. 76). ifadesini kullanmıştır. Umran da sanki bu sözü kendine mihmandar kılmış gibi tek tek eşyalar ile iletişim kurma gayreti içerisine girmiş ve onlarla diyaloglarda bulunmuş, kendi duygu durumunu onlara yükleyerek anlamlandırmıştır. Umran kimi zaman yalnızlıktan bıktığını, sıkıldığını, bunaldığını ifade etse de bazı şiirlerinde ise yalnızlıktan hoşlandığını, onun için bir haz kaynağı olduğunu ifade etmiştir. Bu şiirinde olduğu gibi "kimseye bağlı olmamanın verdiği haz" ifadesiyle yalnız olmaktan hoşlandığını ifade etmiştir.
"Sarkaç
Sallandığıma bakmayın, ben zavallı sarkaç,
Ayaklarım yok ki yürüyeyim sizler gibi;
Kendinizin sanmayın duvarda atan kalbi.
Sen ey kişioğlu kaçabilirsen kaç.
Zamandan, uzun bacaklı tazılar örneği;
Ben onu can evinden vurdum dan dan dan,
Sustum, dinledim öldü mü diye ardından,
Ah ne kadar istedim düştüğünü görmeği.
Beni kollarımdan duvara bağladılar,
Uzun yıllar yerimde sallanmayı öğrendim;
Bir evin içinde yaşadım yaşlılar, çocuklar, dadılar…
Sonsuz acılar çektim, ama yine şendim"(Umran, Leke, 1999, s. 34).
"Şiir hâli, duymaya hazır olan için yaklaşmanın varlığına dair bir haber olabilir ve eğer böyleyse değerlidir" (Fedai, 2007, s. 20) ifadesi şiirin ne için ve kim için ya da neye nasıl yaklaşmanın sırrını verebildiği ölçüde değerlidir anlamına çıkmaktadır. Şiirde payımıza düşen hakikati şairin tarzı ve ifade biçimiyle alabiliriz. Bu bakımdan her şiir için şairin bir tür tarzının yansıması olarak okuyabilmekteyiz. Umran, şiir tarzı ve şiir ifadesini eşyalar üzerinden şekillendirmiştir. Şiirinin geneline yayılmış olan bu tarz, onun şiirini belirleyen unsurlar arasındadır. Sarkaç şiiri de onun bir tür insanın eşyaya hakim olma ve eşyanın insandaki anlamına dair bir çıkarsamadır. Şair, eşya ile ünsiyete içerisine girer ve onu kişileştirir. İnsana, insanı hatırlatır, eşyanın ötesindeki anlama ulaştırmaya çalışır. İnsanın tıpkı bir sarkaç gibi zamanın eskiticiliği ve yoruculuğu karşısında yıprandığını fakat asli görevini yerine getirdiği için de mutlu, sevinçli olabileceğini ifade etmektedir.
"Daktilo Makinesinin Yakınışı
"Daktilo makinesinin sürdü dedikodusu uzun:
Apayrı tutkuları var makine ruhumuzun;
Ne işe yaradık siz insanlara yaranmaktan başka?
Yürüdük düşüncenizin tarlasında düşe kalka,
Bakmadan eskimesine harften pabuçların;
Gizli tanığı olduk işlediğiniz suçların.
Bizi götürdüğünüz ülkede anlamadan yaşadık,
Biz her zaman uysal, kendimizden çok size sadık,
Parmak uçlarınızın sıcaklığını duyduk aşk yerine,
Yalandan dünyanızı ördük bir satırdan diğerine.
Bıktık usandık dümdüz gitmekten, hayale yer yoktu,
Ak kâğıtlarda aradık bir serin köşe, bir kuytu,
Düşmedi içimize ne dağların ne ölümün gölgesi;
Bir vaha serinliği verdi bir silinti, harf lekesi.
Kim demiş bize iç-dünyasından yoksun.
Nasıl olur? Ayak izlerimizi bunca insan okusun!
Koştuk, dilediğiniz gibi biçimlendirdik alınyazınızı,
Yüreğimizin kanıyla yazdık bize fısıldadığınızı."(Umran, Leke, 1999, s. 35).
Şiirin mahiyeti üzerine ele aldığı yazısında Umran, "Şair yaşantısından sıyrılabilir, ama eseri o kendi yazdığından, yine de onda eşyaya ve hayata bakışındaki yenilik ve değişiklik onu ele verir" (Umran, Şiirde Metafizik Gerçek, 2004, s. 54) ifadesi şiirin şairin salt yaşantısıyla oluşmadığından, durum, olay ve eşyaya bakışındaki yenilikten mülhemle orijinal şiirini ortaya koyabileceğinden bahseder. Daktilo Makinesinin Yakınışı adlı şiirinde Umran, eşyaya dair yine o özgün bakışıyla şiirini söylemiştir. Daktilo, bir yazı makinesi olarak yazanın düşünce ve duygu dünyasına göre yazılar yazabilme kapasitesine sahiptir. İnsansız, bir daktilonun kendinden yazılar üretebilmesi ancak fantastik düşünceyle mümkündür. Umran bu şekilde daktiloya bir anlam yükler ve onu kişileştirme yoluyla aktarır.
"Ampul
Ağzı ne kadar ışıkla dolsa
Bir türlü gideremez açlığını,
İştahını var ama bir şeyi eksik;
Dolaşır damarlarını kan yerine
Ölümün muştucusu elektrik
Görünür çift sıra altın dişleri,
Süstür çünkü, çiğnemesi eksik;
Büyük ve renkli abajurlara özlemi.
Bilmiyor canlı varlığına rağmen
Yaşıyor mu, yoksa bir gölge mi.
Ampul sarkar tavandan, incecik boynu
Asılmışlığa adanmış sanki;
Öyle bunalır ki bazan yaşanmasından
Kırılır içinde bir yeri, söner.
Sigorta üzüntüsünden atar kendini.
İntihar eder"(Umran, Leke, 1999, s. 38).
Bir yazısında Umran, "Şâir, eserleriyle günlük hayatın monotonluğunu yok eder, o öldürücü mantığın ve faydaya yönelik davranışların uyandırdığı bıkkınlığı ortadan kaldırır" (Umran, Şiirde Metafizik Gerçek, 2004, s. 56) şeklindeki ifadesi, şairin monoton bir bakış açısına sahip olmadığı, hatta şairin görevinin bu monotonluğu ortadan kaldırmak olduğunu ifade eder. Ampul şiiri de klişeleşmiş anlamdan öteye bir anlamla sunulmuştur bu şiirde. Bir sıra diş gibi gözüktüklerinden bahsederek görsel manada bir süs olduklarını hatta dişe o kadar benzerler ki bir tek çiğneme kapasitelerinin olmadığından bahseder. Ampul bir canlı gibi sarktığı yerden sıkılmaya başladığında ömrünü tamamlar, bu onun için bir intihar gibi bir şey olduğunu ifade etmektedir Umran. Ölüm teması, bu şiirde kendini göstermektedir.
"Gece Lâmbası
Emer ışığını uykunun kuyusundan,
Düş kovalarıyla dolup boşalan;
Saklar çoğunu kendine,
Belki de azını;
Bilemezsiniz.
Uyanır uyanmaz dalar hemen,
Tek gözü var düğmeden,
Siz kapatırsınız
Öldüğünü sanarak.
Boyar renkli bir içtenlikle nesneleri
O kadar çabuk ve siz
Göremezsiniz.
Haklıdır oyalanan
Bir bakış evreninde,
Öyle sessiz ve kımıltısız durur ki
Bitmeyen düşüdür
İçe kapanık odanın.
Açar geceyi lâmba
Bir büyük şemsiye halinde
Karyolanın başucunda
Çocuğun yaprak uysallığındaki
Ürkek yüzüne" (Umran, Leke, 1999, s. 39).
Gece Lambası şiiri de Umran'ın bir önceki Ampul şiiriyle tema bakımından aynıdır. "Ölüm" ekseninde işlediği şiirini tıpkı Ampul şiiri gibi farklı bir şekilde ele alır. Gece lambasının yanmaya başladığı andan itibaren bütün her şeyi kendi rengine boyamasının çok hızlı bir biçimde gerçekleştiğinden ve bunu farketmenin çok zor olduğundan bahseder Umran.
"Halat
Acıların sımsıkı ördüğü halat sustukça
Zincir tutamaz olur şaşkın sevincini,
Ben ekli yaşamalara alıştım artık der,
Her halkamda bir can var, bu bana yeter;
Yüreğimin şangırtısı beni bana unutturdu,
Bana içimden kopuyormuş gibi gelir her gürültü.
Halat işitince zincirin boğuk kahkasını
Düşünür kendi halini, duyar yalnızlığını,
Sarılır iskele babasına bir avuntu umarak;
Bir gıcırtı yapar tükenen son gücünden:
Ben halatım, gövdem büyük kopmalara gebe,
Bırakılmışım deniz diplerinde çürümeğe" (Umran, Leke, 1999, s. 43).
Yalnızlık teması üzerinde duran Umran, Halat şiirinde büyük yükler, acılar, özlemler, yalnızlıkları taşıdığına ve gücünün son kertesinde bir halat nasıl kopuyorsa gövdesinin de bu kopmaya gebe olduğundan bahseder.
"Vestiyer
Yğılır cansız gövdelerin kalabalığı
Kanı çekilmiş cesedler gibi üstüste,
Sarmaş-dolaş tadarlar ısınmanın
Az da olsa kendilerine düşen payını;
Yaşarlar özgürlüğünü hep bir arada,
Taşınmakla asılmak arasında kalan;
Hepsinin boyunlarında künyeleri,
Bir marka süresince aranmak
Ve sorulmak yüzünden katıksız sevgiyi
Duyarlar vestiyerin bu dilsiz konukları.
Bir şapkaya dolan düşünceler gibi sığ
-Başka dünyaların içlerinde bıraktığı-
Boşluğu kendi sessizlikleriyle doldurup
İnerler merdivenlerinden gecenin,
Derin kuyusuna dipsiz düşlerin;
Çıkarırlar yalnız kendileri için
Sakladıkları o bir damlacık sıcaklığı.
Özgürlüğe kavuşmanın sevincini
Sararak bir gizli yumağa
Koyarlar ceplerine, üşüyen ve delik-deşik:
Gövdelerinde iğne yaraları,
Anarlar mağazaların o geniş
Depolarında geçirdikleri mutlu günleri" (Umran, Leke, 1999, s. 47).
Hayat, yaşam teması üzerinden hareketle yazdığı Vestiyer şiirinde Umran, kıyafetleri cansız gövdelere benzetmiştir, kanı çekilmiş cesetler gibi üst üste, sarmaş dolaş olduklarından bahseder. Kıyafetler, ancak vestiyerden alındıklarında özgürlüklerine kavuştuklarını ve bu da onlarda bir sevinç haline neden olmaktadır.
"Pencere
Aydınlık uçuşları oda kuşlarının
Bir noktada takılıp kalmışlar,
Düşmüşler ağına görünmiyenin,
Gagalarını ve şarkılarını bırakmışlar;
İğreti kanatları gün ışığından,
Sessizliğin irili ufaklı kuşları
Uçmakla uçamamak arasında
Bir şangırtıdır düşüp ölmeleri" (Umran, Leke, 1999, s. 48).
Bu şiirinde Umran, pencerenin asıl anlamının dışında görünen ile görünmeyenin arasında duran sınırlı bir açı sunarak görüntü sağladığına işaret etmektedir. Pencere, tıpkı bir tablo gibi, belirli bir açıdan belirli görüntüler sunmaktadır. Pencere, Umran için bir kuştur, ölmeleri ise pencerelerin titremesi, şangırdaması olarak yansıtılmıştır.
"Kapı
Az ya da çok araladığımız başkalarına,
Kendimize büsbütün açtığımız kapı!
O çirkin gıcırtısıdır kıskançlığın,
Yağlanmak ister bencil anahtarının kolay açtığı,
Acıların o ağır ve demir sürgüsü inen,
Paslandıkça çekilmesi çok güçleşen
Umut zilinin uzun uzun haykırantiz sesi
Çarpar kulağımıza, irkilmemek elde mi?
Bilsek de gelen kim umarız hep beklenmeyeni.
Benim kapımın kilidi eski ama anahtarı yeni,
Sallanıyor aşınmaktan sevinç menteşeleri"(Umran, Leke, 1999, s. 49).
Kapı hep Umran için beklenmeyi bir umutla beklediği eşyadır. Bir umudun yansımasıdır o kapının çalması, hasretle, merakla bekleyip durur. Kimin geleceğini bilse de onun dikkati beklenmeyeni beklemektir. Bu aslında yalnızlığına bir çare, kimsesizliğine bir kimseyi beklemedir. Kapısının kilidini kalbi olarak gören Umran, kalbinin eski olduğunu ama kalbine yerleşenin yeni olduğuna vurgu yapmakta, bu da yeni bir sevginin tohumlarının yerleşmesi olarak okunabilmektedir. Kalbine yerleşen bu sevgi tohumu ile bir sevinç haline büründüğünü ifade etmektedir.
"Kırbaç
Yayılır kamçılamanın çılgınlığı
Gergin kaslarına çoğalarak,
Hınca dönüşür kesik haykırışı,
Saplar ip bıçağını havaya.
Topacın iniltisidir kırbaç
Onu devindiren ve dimdik durduran;
Ancak o hızla çizer görünümünü,
Topaç topaçlığını bulur.
Akşamın kanlı kırbacı olmasa
Kim sürebilir gökatanı?
Duyulan kişnemesi sonsuzluk.
Gece kara kırbacıyla vurdukça
Ay bir topaç olur, döner enginde
Uzayan vınlaması sessizlik.
Kırbaç gücün baş kaldırması;
Sarsılır ipince gövdesi,
Bir ürperti kaplar derisini,
Kavuşur erinince yaşamanın"(Umran, Leke, 1999, s. 55).
Topaç ve kırbaçı birbirini tamamlayan iki eşya olarak ortaya koyan Umran, kırbaçı topacın iniltisi olarak tanımlaması anlam aktarması, anlam değiştirme olarak belirginlik kazanır. Son mısrada ise kırbacı, gücün başkaldırması olarak tanımlar. Eşyaya farklı anlamlar yükleyerek onu kendine göre farklı durumlara göre kullanır.
"Ölünün Ayakkabısı
Yalnız yaşamağa alışamadı ayakkabı,
Ayrılmadı bir ömür boyu eşinden,
İki koca bebek ayrılmadı birbirinden;
Tam bir kavuşmadan yoksun,
Biraz daha uzak, biraz daha yakın
Aralıklı bir sevgiyle yaşadılar;
Biri daha erken yaşlandı da
Delinen gövdesini yamadılar.
Kimse bilmedi bir yüreği olduğunu,
Atışı susmuş bir yüreği olduğunu,
Bir yaşayan ölü yüreği olduğunu
Paspasın toz dünyasında var olduğunu,
Sokaklara unutuluş çizgileri çektiğini,
Adamın kendi ayağını onun kadar sevmediğini,
Çorabın kısa ömrüne ağıtlar okuduğunu
Kimse bilmedi ondan başka.
Yalnız çocuklar sevdiler patiklerini,
Bayram geceleri koyunlarında yattılar;
Düşlerini süsleyen bir çift saksıydı
İçinde sevincin çiçeklendiği;
Yeni ve diri olmanın kazancı
Bir çocuğun yaşamına karışmak…
Bir gıcırtıydı, uzun sürmedi keyfi,
Ayakkabı susmasını öğrendi,
İçe dönük yaşamasını
Sımsıkı sarılsa da ayağa.
Ama şimdi adam öldü, ayakkabı yalnız,
Yürümesi eskiyip yitti adamın,
Ayakkabı öksüz kaldı ayaksız"(Umran, Leke, 1999, s. 57-58).
Ayakkabıyı bir insana benzeten Umran, bu şiirinde karı koca arasındaki ilişkiyi de işlemiştir. Ayakkabının çiftinin olmadıkça anlamsız olduğu muhakkaktır. Eşi olduğunda arasında bir mesafe, fakat ayrılmaz ikili olduklarını ifade etmektedir. Ayakkabının ayaksız olmaması da bu ayakkabıların kullanım amacına göre, bir mekana sahip olmaları gerekliliği üzerinde durmuştur. Ölüm teması üzerinde durmuştur.
"Mankenlerin Yalnızlığı
Duymazlar korkuyu ve utangaçlığı,
Çarpmayan yüreklerinde soğumuş duyguları,
Dalgın bakışlarında yaşamanın kaçtığı;
Vitrinlerin aydınlık odalarında unutulmuş ölüler,
Bilmezler sevmek nedir, acımak nedir ki,
Çözemezler içlerinde düğümlenen sessizliği,
Duyarlar zamanın çağıltısını bir musiki
Kadar okşayıcı, uzakta akıp giden.
Ölü kelebekler gibi tutturulmuş, iğreti
Sevinçleri var unutuluşun albümünde;
Düşer önlerine zamandan günlerin etiketi
Yakarlar hayallerini yalnızlığın mumunda"(Umran, Leke, 1999, s. 60).
Nurullah Çetin'in tahlil ettiği bu şiir, hikemî bir şiir örneğidir. (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 235) Umran bu şiirinde, diğer şiirlerinde olduğu gibi, içerisinde yaşadığı toplumun maddeye karşı olan yoğun ilgisine karşı bir tepkisellik içerisinde eşyaya bakmaktadır. Kimi zaman eşyanın da bir ruhu olduğunu, onların da insanlar gibi duygu durumuna sahip olduğunu, kırılabildiklerini ifade etmiş, fakat modern insanın arttık gittikçe meta fetişizmine tutunduğunun altını çizmektedir. Çetin ise bu durumu "modern insanların fıtratlarına, yaratılışlarına yabancılaşarak doğal bir insan hayatı yerine; mekanik bir hayat yaşamak zorunda kalışlarını acınası bir yorumla sunmaktadır" (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 235) olarak ifade etmektedir. Çetin, şiirdeki "vitrinler, unutulmuş ölüler, ölü kelebekler, albüm, mum" gibi somut eşyaların olduğunu, şairin ise tüm eşyalara idealist, sezgici açıdan baktığını ifade etmiş, şiirdeki bu gibi yüzlerce eşyayı yönlendirmek istediği anlama uygun bir biçime ele alıp işlemiştir. (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 235). Yine Çetin, şiirde seküler değerlere bağlılık anlamında salt maddeyi önemseyen günümüz insanın içerisinde bulunduğu duygu durumunun yansımaları olduğunu özellikle yalnızlık duygusu içerisinde çırpınıp duran bu insanların bu durumu giderebilmek için çabalandığını, şairin de bu insanlara olan bakışının acıma ile karışık bir yaklaşım sergilediğini ifade etmiştir (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 235). Çetin, şiirde büyük orana hayalî bir görüntü sunumu olduğunu ifade eder. Tüm şiirlerinin bir tür nüvesi olan bu şiirde Umran, belirgin bir biçimde hayalî unsurlardan faydalanmış, bunları kullanmış ve şiirinde ayrıntılı bir biçimde işlemiştir. Çetin, Mankenlerin Yalnızlığı adlı şiiri değerlendirirken şunları aktarır:
"Şiirin başlığındaki "manken", batılı anlamda modern değerlere bağlı, sırf maddeye önem veren, dünya hazlarından, iyi giyinmek, iyi yeyip içmek, iyi yaşamak, gösteriş yapmak gibi hâllerden başka bir hâl içinde olmayan insanları temsil eder. Bu bilinen anlamıyla defilelere, podyumlara çıkan ve üzerlerinde moda olan elbiseleri gösteren canlı mankenleri temsil ettiği gibi aynı anlayışa bağlı diğer modern insanları da temsil eder. "Mankenlerin yalnızlığı" ise modern insanın hem varoluşsal, hem de metafizik, hem de toplumsal anlamda yalnız oluşunun imgesidir (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 237).
Ayrıca şunları da aktararak şiirin daha anlaşılır olmasını sağlamıştır:
"Mankenlerin korku ve utangaçlığı duymamaları": yüzey yapıda yer alan vitrinlerin cansız mankenleri alçıdan, ahşaptan, mukavvadan ya da başka bir nesneden yapıldığı için hâliyle insana özgü olan korkma ve utanma duygularından yoksundurlar. Ama şairin amacı sadece bu durumu ifade etmek değildir. Zira herkes, cansız mankenlerin korkmadığını ve utanmadığını bilir. Şairin amacı, herkesin bildiği bir şeyi tekrar bildirmek değildir. Şair, derin yapıdaki tekabüllerine dikkat çeker. O da şudur: Taşlamışmış, odunlaşmış cansız manken derekesine düşmüş olan canlı modern insanlar, insanı insan yapan duygularda uzaklaşmış, dolayısıyla insanlıktan da çıkmışlardır"(Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 237).
Umran'ın bu şiirinde Divan şiirinde sıkça kullanılan mazmunlara göndermelerde bulunduğunu ifade eden Çetin, âşık, sabaha kadar yanan, eriyip giden mum gibi kendisinin de eriyip gitmesi gibi mazmunlar yalnızca şairin kendisine göndermelerde bulunduğunu ifade eder (Çetin, Şiir Tahlilleri I, 2012, s. 240). Üslup olarak deneme üslubunu benimseyen Umran'ın pek çok şiiri somut nesneler, eşyalar üzerine serbest düşünce ve yorumlarla zenginleştirilmiştir.
"Bit ve Kibrit
Onun da kara bir noktası var biraz daha büyük,
Ama ağzının ucunda, çünkü kibrit
Ak gövdesinde kara noktasıyla bit,
Ölümünün karanlığına ait.
Onun da ölümü çıt sesiyledir,
Ağzından kaçırdığı son söz alev;
Yakar çevresini kendi sönmeden ev-
vel, birinin sevdiği kül, öbürünün kir,
Onun da azalışından çabuk üremesi,
Taşır mikrobun tâ Tiflis'ten,
Aktarır en arınmışa pisten;
Ölümün durmadan geçtiği bir tünel gövdesi"(Umran, Leke, 1999, s. 70).
Eşyanın farklı biçimlerle ve anlamlarla ele alınmasını amaç edinen Umran, Özellikle Leke kitabında bu durum üzerinde yoğun olarak durmuştur. Farklı eşyalar üzerinden farklı anlam üretimine girişen Umran, Bit ve Kibrit şiirinde iki kara noktayı birbirine benzeterek "ölüm" temasıyla işlemiştir. İkisinin de ölümünün "çıt" sesiyle olması birbirine benzetildikleri diğer bir olaydır.
"Tebeşir
Yazıyor kırmızı tebeşiriyle
akşam duvarlara son şiirini,
derken fırtalıyor tebeşirini
acele sözleşmiş gibi biriyle" (Umran, Leke, 1999, s. 93).
Şiirdeki eşyaları anlamlarından farklı, geniş manada ele alarak aslında yorumlayarak ve farklı eşyalarla birlikte almayı kendine bir tarz, bir yönelim olarak seçen Umran, Tebeşir şiirinde akşamı farklı bir biçimde ele almıştır.
"Can Kurtaran Düdüğü
Duyuldu keskin sesiyle can kurtaran düdüğü,
ıslık çalarak geçti karanlıkta bir yılan,
korkular denizinde açıldı uzun bir tünel
varlığın yoklukla düğümlendiği an"(Umran, Leke, 1999, s. 112).
"insan neslinin ekseriyeti, zihnen ve bedenen fizik olana ait alanda bulunmakla, dünya hayatı içinde yaşamını idame ettirme cehdinden başka bir şeyi görmez bir hâlde yaşar gider" (Fedai, 2007, s. 69) yaşamını idame ettirirken bir çok eşya ile temas sağlayan insan, günlük hayatını kolaylaştıracak unsurlardan yararlanır. Umran, bu eşyaları farklı boyutlarıyla ele alarak dikkatimizi bu alana yöneltir. Can Kurtaran Düdüğü başlıklı şiiri de bu şiirlerinden biridir. Denizde boğulmaları önlemek amacıyla görevlendirilen can kurtaranlar ve boğulmayı duyuran düdüğü ile insanlara yardımcı olmaya çalışmaktadır. Umran, düdükten çıkan bu sesi karanlıktaki bir yılanın sesine benzetmektedir. "Varlığın yoklukla düğümlendiği an" dan kastettiği de "ölüm"dür. "Ölüm" teması üzerinden bu şiirini işlemiştir.
"Anahtar
Gözlerin bir çift anahtar bende unuttuğun,
yüreğimin zinciri ucunda ışıldayan;
kilitli bakışlarımızda aşkımızın bahçesi,
açsak mı, açmasak mı? hep bunu soruyoruz"(Umran, Leke, 1999, s. 119).
Gözleri, bir çift anahtara benzeten Umran, içinde gizli olan duyguların kilitli olduğunu ve sevgilinin gözleriyle bunların ortaya çıktığını, bunu ortaya çıkarmanın tereddüdüyle sorgulamaya başladığını gözlemliyoruz. Aşkın, bu kapalı kapılar ardından durduğunu ifade etmektedir.
"Yürüteç
Düşünme nedir diye,
oku geç!
Çözer kaslarını duruşun
yürüteç.
Dürtü mekanizması işleyince
diriltir ölü böceği.
Birgün açıklarım ölmeden
herkesin anlayıp öğreneceği"(Umran, Leke, 1999, s. 123).
Düşünmenin de belirli aşamalardan sonra yürüyebildiğini, bunun için tıpkı ayak kaslarının gelişmesine yardımcı olan bir yürütece ihtiyaç olduğunu belirtir Umran. Bu şiirinde "yaşam" teması üzerine durmuştur.
"Heykeller
Biz heykeller çırılçıplak yaşadık, üşüdük;
yüzyılların örtüsünü sarınamadan düşürdük.
Duyuramazdı bize aşkın sıcaklığını
mermer yaşamaların soğuk yangını.
Yürüdük karanlığın çamurunda bata çıka,
omuzlarımızda korkusuzluğun bilediği balta.
Alnımızda parıltısı doğmamış şafakların,
dev adımlarımızda büyür yankısı uzakların.
Ey ölümsüzlüğün taşlaşan sessizliği,
çıplak heykellerin üşüten kimsesizliği!"(Umran, Leke, 1999, s. 142).
Manken imgesi gibi Heykel de Umran'ın "trajik ben" üzerinden hareketle eşyadan insana, insandan eşyaya yöneldiği şiirleri arasındadır. "Heykel" şiiri ve bir sonraki şiiri olan "Heykelin Düşü" başlıklı şiirleri kişileştirme metoduyla anlam arayışı içerisine girmiştir. "Heykel" şiiri beyitler halinde yazılan ve modern bir anlatımla aktarılan şiirdir. Yalnızlık, kimsesizlik, yılgınlık, yaşlılık, bezginlik gibi duyguları yansıtan "Heykel" şiirinde Umran, umutsuzluğu yansıtırken "Heykelin Düşü" şiirinde ise "yaşam" teması üzerinden umudu yansıtmaktadır. Bu iki şiir bir birini tamamlar nitelikte olup birbirinin eksikliğini tamamlamıştır.
"Heykelin Düşü
Bir heykel düşünde canlandığı gördü,
yayıldı damarlarına kan;
soluk aldı, güldü, öksürdü
ve kımıldandı ardından.
Bahardı, aydınlık bir gündü
gök uzanıyordu alabildiğine;
öleceğini düşündü
pişman oldu canlandığına"(Umran, Leke, 1999, s. 143).
"Kara Işıldak
Ölüm karanlık saçan dev ışıldak
bir büyür bir ufalır yansımasında,
ömür akıp giden bir sudur ki
bir kara parıltısından bir iz her damlasında"(Umran, Leke, 1999, s. 152).
Şiir kitabına da isim olarak kullandığı "Kara Işıldak" şarin "ölüm" ekseninde işlediği şiirlerdendir. Tema olarak "ölüm"ü seçen şair, bu şiirinde hayatın bir su gibi aktığını fakat insanda yaşanmışlıklarıyla izler bıraktığını aktararak duygularını aktarmıştır.
"Fırıldaklar
Mavi, yeşil, al, sarı, mor
sevincimizin boy boy aynaları
yansıtırlar, yansırlar
içimizin ölü noktasında;
yaşamanın bitimsiz fırıldakları
zamanın üflemesiyle çoğalarak
dönerler durup durup yeniden;
ölüm kıracak bir gün
can sıkıntısından bu aynaları.
Asacağım içime
gücümün dev-aynasını,
yakalayıp bu renk renk ışıkları
alabildiğine büyüterek
yıldızların kıskanacağı
bir nakış gündüzünde
arttıracağım karanlığımı"(Umran, Leke, 1999, s. 153).
Bu şiirinde de "trajik ben" üzerine odaklanan şair, fırıldaktaki renklerin insanların duygu durumunu yansıttıklarını, ölümün karşısında yaşamı, sıkıntının karşısında ferahlığı isteyerek ve olumsuzluklara rağmen bir karşı duruşu gösterme çabasını yansıtmıştır Umran.
"Telefon
Telefon etmek istedi ölüler
yakınlarına, ama çıkmadı sesleri;
düşündüler buna bir çare diyerek,
birlikte sessiz telefonu icad ettiler.
Yonttular bir gecede yokluğu,
zamanın dışına direkler diktiler,
yaşamanın toprakaltı şebekesine
anılarının kablosunu bağladılar.
-Gece işliyen bir telefondu bu-
beklediler düşkabinlerinde boş yere,
yaşayanlar seslerini bırakmağa yanaşmadı,
bu sessiz konuşmayı hiçbirisi anlayamadı,
umutlarını keserek görüşmekten vazgeçtiler.
Ölülerin katında boş bir telefon kaldı,
arasıra duyulan sessiz zili çaldı;
ölülerin katında unutuluş telefonuydu
kullanılmadığı için hiç bozulmayan" (Umran, Leke, 1999, s. 158).
"Ölüm" teması üzerinden hareketle işlenen "Telefon" şiiri, salt duygusal bir çabayla yazılmamıştır. Bayraktar'ın "Şiir, bir düşünce aktarma aracı değildir kuşkusuz, ancak şiirin düşünceden bütünüyle ayrı bir zeminde işleyiş gösterdiğini söylemek de mümkün değildir" (Bayraktar, 2015, s. 84-85) ifade ettiği bu şiir tanımı, Umran'ın belli başlı şiirlerinde kendini göstermektedir. "Telefon" şiiri Umran'ın fantastik bir kurguyla anlatımı yeğlediği bir şiirdir.
"Pergel
Çiziyorum kocaman daireler,
benziyorum düşüncelerin elinde bir pergele:
irili ufaklı kavisler, rasgele,
kuruntular, umutlar, tasalar ve çareler.
Bıktım bu oyunda, kaç kereler
yenildiğimi kabul ettiğim halde
ben yorulmak bilmeyen bir elde
bir pergelim, çiziyorum içiçe daireler (Umran, Leke, 1999, s. 166).
"Şiir taşıyan üst dili kurmak için şair, kelimeleri bozma, değiştirme, yeniden üretme gibi yolları da dener. Zamanı aşan büyük şiirlere dilin yapısıyla oynamadan, bunun daha çok imgeler ve simgeler yoluyla gerçekleştirildiğine tanıklık ediyoruz" (Bayraktar, 2015, s. 87). Umran da şiirini kurarken kelimelerin ilk anlamlarını bozarak, yeni bir anlam üretimine girişir. Pergel şiirinde "trajik ben" üzerinden hareketle kendi duygu durumunu yansıtır.
"Vida
Ben vidası
içimde döne döne sıkışan ve kalan,
sızar çevresine göremediğiniz bir kan;
onu çekip çıkaracak güç nerede?
Yine kendim ters çeviririm de
yürürüm dolana dolana aynı yolu,
acıların, korkuların aralığından
bir gevşeme duyarım içimin derinliğine doğru"(Umran, Leke, 1999, s. 167).
Vida şiirinde Umran, "trajik ben" teması ile duygu durumunu açıklamaya çalışmıştır. Vidanın döne döne sıkışması gibi kendisi de içine yönelerek bu sıkışıklığı yaşadığını anlatmıştır.
"Astar
Ben artık
çocuk sesleri biriktiriyorum
içimin kumbarasında.
Ben artık kabuğu düşmüş kaplumbağayım,
yeni bir kabuğa girmem gerekirse
beni içine alır
belki karanlık.
Bütün tutkularımı ipe dizdim,
her şeyin kurusu iyi!
Bazan kıskandığım olur
gölgesinden hafif bir kelebeği
ya da fareyi,
çünkü tıkırtısıyla yalnızlığını unutur.
Ben artık
bir çemberim
dönmesini unutmuş;
bir patlama, bir gürültü,
kılcal damarlarından çekilmiş bütün kanı,
gücünü yitirmiş bir gürültü,
sessizliğe astar olmuş!"(Umran, Leke, 1999, s. 169)
"Astar" şiiri, Umran'ın bir tür kabullenilmişliğin şiidir. Hayatın sunduğu olumlu olumsuz bütün olay ve olguları kabul eden şair, yenilmişliği de kabul etmiştir artık. Kendi kabuğuna çekildiğini aktarır. Karanlıklar içerisinde olduğunu, umutsuzluk ve yalnızlıkla boğuştuğundan dem vurarak aktarımını yapar.
"Kılıç
Keskin kılıcı çekercesine kından
ruhumu gövdemden ayıracağım;
beni tanımayanlara haykıracağım
gel! bir kez olsun bak yakından…
Üstünde bulamayıp kan lekesi
saygıyla eğilerek yüz sürecekler,
-güneşte parıldayan kılıcın gölgesi-
alıp omuzlarına götürecekler…"(Umran, Leke, 1999, s. 174)
Kılıç şiiri Umran'ın yaşam karşısında kaybedişi, tanımamanın vermiş olduğu duygu durumunu yansıttığı şiiridir. Ölümüyle birlikte kendisinin tanınacağını, kendisini tanımayanların belki de saygıyla eğileceğini ifade etmektedir.
Kaynakça
Tdk. (2018, Eylül 28). Eylül 28, 2018 tarihinde www.tdk.gov.tr: http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5bae176a2bfea7.68841336 adresinden alındı
Bayraktar, O. (2015). Şiir ve Hayat. İstanbul: İz Yayıncılık.
Çetin, N. (2012). Şiir Tahlilleri I. Ankara: Öncü Kitap.
Eagleton, T. (1990). Edebiyat Kuramı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Fedai, C. (2007). Suyu Seveni Derin Batırın Irmağa. İstanbul: Şule Yayınları.
Özçelik, M. (2015). Şairin Şiirle İmtihanı. İstanbul: Okur Kitaplığı.
Rilke, R. M. (2000). Sanat Üstüne. İstanbul: Cem Yayınevi.
Umran, S. (1999). Leke. İstanbul: Birey Yayıncılık.
Umran, S. (2004). Şiirde Metafizik Gerçek. İstanbul: İz Yayıncılık.
Yazar: Tuğba D. CAN - Yayın Tarihi: 13.12.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 22.11.2023 09:13