Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Ay İle Konuştuk, Söyleşi, Müzeyyen ÇELİK K.

Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Ay İle Konuştuk yazısını ve Müzeyyen ÇELİK K. yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabi

Günümüzün Anlatıcıları: Ayşe Ay İle Konuştuk

14.09.2023 09:00 - Müzeyyen ÇELİK K.
Günümüzün Anlatıcıları:  Ayşe Ay İle Konuştuk

Kişiyi yazmaya yönelten temel etken hayaller mi yoksa gelişen şartlar mı? Ya da diğer bir etken... Sizde hangisi daha etkili oldu?

Hayaller ve şartlar kişinin yazma sürecindeki başarısını besleyip destekliyor. Yazmayı yüceltmek adına pek çok kişi yazmaya başlama nedeni olarak yaşama sürecini, yaşamın getirdiği zorlukları hatta mutsuzlukları gösteriyor. İyi bir gözlemci olduğu ve hayata dair insanların çoğunun kaçırdığı güzellikleri yahut insana dair "giz"leri yakalamayı başardığı için yazdığını söyleyenler oluyor. Hayal gücüne dayanarak yazdığını ifade edenler de var. Söyleşi okumayı ve dinlemeyi çok severim. Bu belki yanlış bir tespit ama ben yazan insanların çoğunun ruhunda korkunç bir hırs görüyorum. Tatmin olmak bilmeyen bir taraf seziyorum. Aslında gerçek anlamda var olduğumuzu hissetmek için yazıyoruz sadece. Tatmin olmak istiyoruz. Bir var olma çabası gibi. Hani kişisel gelişimle uğraşanlar "kendini gerçekleştirme" der ya… Bu ifade hafif kalıyor. Daha sert bir ifade gerekli belki de yeterince ifade edebilmek için. Ne kadar rahat ve öz güvenli görünse de yazan insanların, çok başarılı bulduğum pek çok yazarın ki edebiyat tarihinde de bunun pek çok örneği mevcut, ruhunda asla tatmin olamayan bir taraf seziyorum ben, korkunç bir hırs. Kendisiyle savaşmak gibi bir şey. Kendisiyle kanlı bıçaklı olmak gibi, her ne kadar farklı bir imaj sergilese de… Belki bende de böyledir. Gerçekten bilmiyorum. Niye yazdığımı bilmiyorum. Tek bildiğim yazmanın bana iyi geldiği.

Anlatmanın arkaik yanı düşünüldüğünde, anlatının kutsal yanı var gibi görünüyor. Sizce de öyle midir?

Bütün kutsal kitaplarda ve hatta bütün inanç sistemlerinde vurgulandığı gibi anlatının kutsal bir yanı var, buna katılmamak mümkün değil. Sözün, mantıkla açıklanamayan bir büyüleyiciliği var. Tanrı'nın insanlara kutsal kitaplarla ulaşması -kıssalar- ve bu yolla iletişim kurması da bunu gösteriyor zaten. Beni bu noktada rahatsız eden yazma eylemini icra eden kişinin o kutsallığı kendisinde görüp birkaç iyi kitap yazınca kendi iç âleminde kendisini tanrılaştırması. Kutsal olan sözdür, anlatıdır elbette anlatıcı değil.

Postmodern anlatım imkânları bağlamında metinlerarasılık yanında türlerarasılık da gündemde. Hatta aynı metinde hem modern hem de postmodern imkânlar birlikte kullanılabiliyor. Bu konunun bir şablona oturması gerekir mi?

Gerekmez. Yazmak bireysel bir eylem. Yazar özgür olmalı. Şöyle yaz, böyle yaz diyemeyiz. Bu tür anlatılar beni hiç rahatsız etmiyor. Hatta iyi ki varlar. Bir anlatım olanağıdır. Arzu eden, seven kullanır. Ben şu an için tercih etmiyorum. Bu tür anlatıları bir deneme, bir arayış olarak değerlendiriyorum. Saygı duyuyorum. Okur istediği ve okumaktan zevk aldığı metne ulaşıyor zaten. Bu yalnız yazara değil okura da müdahale etmek olur. Yazara da okura da bir şeyleri dayatamayız. Neyi, nasıl yazarsa yazsın esas olan iyi yazmaktır. Bunun da belli kuralları yok. Olmamalı.

Edebiyat dergilerinde görünüyor musunuz? Görünmek de gerekir mi? Edebiyat dergileriyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Edebiyat dergileri edebiyatın hâlihazırda nefes aldığı, yaşadığı güncel mecralar. Yazan, hele ki yazmaya yeni başlayan bir kişinin dergileri takip etmesi kesinlikle kendini geliştirebilmesi, günceli takip edebilmesi adına elzem. Ama edebiyat dergilerinde görünmek elzem değil. Hiç değil hatta. İyi yazabilmek başka bir şey. Hemen her dergide görünmek iyi yazabiliyor olmak anlamına gelmiyor. Edebiyat dergileri ile ilgili düşünceme gelince… Edebiyat dergilerinin tamamı edebiyat adına güzel bir iş yapıyor ne olursa olsun. Genç yazarlar yetişiyor bu dergilerde. Böylece yazmanın seçilmiş bazı özel insanlara Tanrı tarafından verilmiş ve asla başkalarının yapamayacağı bir çeşit "kut" olduğuna dair yanılgıyı yıkıyor dergiler. Yazmanın kimsenin tekelinde olamayacağını gösteriyor. Bir okul gibi çalışıyorlar. Ben de ekip arkadaşlarımla birlikte bir dergi çalışmasının içindeyim. Güfte Edebiyat adlı edebiyat dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütüyorum. Dergi ekibimizde öykü editörlüğü yapan arkadaşım Zafer ÇARBOĞA, bütün toplantılarımızda şöyle der: "Ben bir derginin mutfağında çalışırken sürekli başka dergilerde görünmeyi doğru bulmuyorum." Kendisine katılıyorum bu konuda. Cümlesinin altına imzamı atarım. Ben de bir derginin mutfağındayım. Durmadan başka başka dergilerde görünmem zaten uygun olmaz şu anda. Fakat bunun dışında da hiçbir zaman dergilerde sürekli görünmeyi, her ay başka bir dergide yer almayı önemsemedim. Böyle bakmadım edebiyata. Çok az dergiye yazı gönderdim bugüne kadar. Bir dergiye yazı gönderebilmem için kendimi bir şekilde o dergiye yakın hissetmem gerekir. Derginin büyüklüğü, popülerliği ölçütüm değil. Hani insan dostlarının evine onları ziyarete gider ve bundan keyif alır ya… Ben de dostlarımın yer aldığı yahut kendimi yakın hissettiğim dergilerde görünmeyi seviyorum. İnanılmaz bir heyecan duyuyorum sevdiğim bir dergide yer almaktan. Hatta çocuklaşıyorum, öyle çocuksu, büyük bir sevinç duyuyorum. Bu konuda biraz seçici olmak gerektiğini düşünüyorum ama. Bugüne kadar çok az dergide çok az defa göründüm. Bir kez Edebice'de, bir kez Şehrengiz Gümüşhane'de, bir kez Kar Öykü'de, bir kez Kümbet dergisinde, bir kez Hayal Ağacı dergisinde, dört kez de Daima Edebiyat'ta öyküm ve kitap inceleme yazım yayımlandı. Düşününce çok az. Azerbaycan'da yayımlanan öykülerim de var. Bu kadar… Güfte Edebiyat'ta yazıyorum. Çokça hem de…

3d6c3575-6561-42a4-9666-d5e1f5bada4b

Yazarken karşınıza birini alıyor musunuz? Okuyucu yahut hayali bir karakter de olabilir. Yoksa kendiniz mi kendi muhatabınızsınız?

Yazarken karşıma birini alıyorum. Hayali biri bu… Zor beğenen biri… Sadece o tek kişiye beğendirebilmek için yazıyorum. Korkarım ölçütüm o. Ne yazsam beğenmiyor, tatmin olmuyor hiç. Evde o beğenmediği için müsveddede kalan pek çok öykü var. Hatta önce beğenip onaylasa da bir müddet sonra kıyasıya eleştirmeye başlıyor öykülerimi. Hani Kurt VONNEGUT diyor ya "Yalnızca tek bir kişiyi memnun etmek için yazın." Elbette öykülerinizin beğenildiğini işitmek çok güzel bir duygu. Olumlu ya da olumsuz, okuyan herkesin öykülerimle ilgili mutlaka bir görüşü vardır ama herkesin ne düşündüğünü önemsemiyorum ben. O kafamın içindeki tek kişi benim ölçütüm. O beğendiği zaman benim için o öykü, olmuştur.

Öykü yazmak için en haklı nedeniniz nedir? Yazmasanız ne olur?

Haklı bir nedenim yok aslında. Yazan insanlar yazdıklarının muhteşem olduğuna, yazmazlarsa "edebiyat dünyası"nın batıp, bitip yok olacağına inanıyorlar sanıyorum çoğunlukla. Söylem ve davranışlarda bunu seziyorum. Ama kötü bir haberim var: Yazmazsak hiçbir şey olmaz. Dünya falan da yıkılmaz. Yazmamış oluruz!.. Edebiyat tarihinde "İyi ki yazmış." dediğim onlarca başarılı yazar var. Hakikaten iyi ki yazmışlar. Bize çok şey kattılar. İnsanlığa çok şey kattılar. Fakat ayaklarımız yerden kesilmemeli. Kendimizi tanrılaştırmamalıyız. Sadece yazıyoruz. Bu kadar… Yazmasam ne olur? Kim ne kaybeder? Hiç! Sadece ben yazmaya ihtiyaç duyuyorum, yazınca daha iyi oluyorum. Benim buna ihtiyacım var. Yazarın bu noktada kalabilmesi, "kibir" adlı bataklığa düşmemesi gerekiyor, diye düşünüyorum. Bütün bunları söylerken yazarın içinde yaşadığı topluma ve insanlığa karşı bir sorumluluğu olmadığını düşündüğüm şeklinde anlaşılmasını istemem. Yazarın, içinde yaşadığı topluma ve insanlığa karşı sorumlulukları vardır. Yazdıklarım birilerinin yüreğine dokunursa bu benim için ayrıca mutluluk vericidir.

Yazdığınız kurgunun kaderinizi etkileyeceğine inanır mısınız? Böyle bir deneyim yaşadınız mı?

Böyle bir deneyim yaşamadım. Yazdıklarımın çoğu benim yaşamımın bir noktasında karşılaştığım bir anın, bir durumun kurgu ile geliştirilip zenginleştirilmesi; o olayın, durumun benim hayata bakışım ve deneyimim yoluyla yeniden var edilmesi ile ortaya çıkıyor. Hiçbiri tamamen gerçek de değil tamamen kurgu da değil. Hayata dair şeyler… Hisler, düşünceler, acılar, sevinçler… Öyle bahsettiğiniz gibi bir gizem yok. Yahut ben yaşamadım. Yaşanmış bir olayı, acıyı, hissi yeniden kurguladım… İstediğim gibi. Ya da gördüğüm gibi. Yazarken yaşadığım hayata kendi içimden bakıyorum.

Öykücüler genelde birbirini sever ama bu eğer bir yarış olsaydı çağdaşlarınızdan kimi geçmek isterdiniz?

Bir gün öncelikle kendimi aşabilirsem onlar gibi olmak istediğim iki isim var. Biri Tomris UYAR. Onu çok beğeniyorum. Yaşadığı hayata, içinde bulunduğu muhite bakınca onun o müthiş ve şaşırtıcı gözlem gücü beni hayrete düşürüyor. Nasıl başardı diyorum?... Tomris UYAR hayatının hangi noktasında bu insanlarla karşılaştı, böyle bir hayatı gözlemleme imkânı buldu? İkinci isim de yaşayan yazarlardan Necip TOSUN. Onun kendini yazmaya adayışını seviyorum her şeyden önce. Başarısının en önemli nedeni bu. Edebiyatın bütün dedikodularından, hırslarından, sataşmalarından uzak durarak kendini okumaya ve yazmaya adamış Necip TOSUN. En doğrusunu yapmış. Bir öykü yazarı olarak onun dilini çok seviyorum. Keyif alıyorum öykülerini okumaktan. Bunun dışında Necip TOSUN öykülerini başarılı kılan bir diğer husus da onun öykülerinin daima bir mesele barındırıyor olması. Yalnız şiirsel dile dayanan, güzel, hoş cümlelerle akıp giden öyküler yazmıyor Necip TOSUN. Hani kendisi diyor ya karakter yeni bir hayat teklifi olmalıdır, diye… İşlenmiş bir yazın dilinin yanı sıra Necip TOSUN öyküleri, aynı zamanda yeni bir hayat teklifi. Bu ikisini aynı anda başarabilen çok az yazar var. Kuramsal bilgi, birikim ve deneyimi ile de en üst sırada. Bütün bunların ötesinde "Mazharı feyz olamaz düşmeyicek hâke nebât/Mütevâzı olanı rahmet-i Rahman büyütür." beytinin ifade ettiği gibi davrandığını gözlemliyorum. Yazarlığın, iyi yazmanın dışında her şeyden önce bir insan olarak kendini yetiştirme, olgunlaştırma meselesi olması gerektiğine inanıyorum. Kibir yok kendisinde. Bu yüzden "rahmet-i Rahman" büyütüyor onu. Hem güçlü kalemiyle hem kuramsal birikimiyle hem de mütevazı davranışları nedeniyle onun gibi olabilmeyi isterim ben de. Yarışmak demeyelim ama örnek almak diyebiliriz.

Bu arada öykücülerin birbirini sevdiği konusunda size katılabilmeyi çok isterdim ama bu konuda bazen şüpheler uyanıyor bende. Ben daha çok birbirini destekleyen ama başkalarını görmezden gelen gruplar, klikler görüyorum. Acı ama böyle…

whatsapp-image-2023-07-06-at-17-16-59-1024x1536

Hikâye ile öykünün farklı türler olduğuna dair dergiler dosya hazırlıyor ve yazarlar bazen görüş ayrılığına düşüyor. Sizce böyle bir fark var mı? Bu iki kavramla ilgili sizin tanımınız nedir?

Günümüz hikâyesi, klasik hikâye anlayışından farklı bir yolda ilerliyor. Öykü yalnız bir hikâye anlatma meselesi değil artık. Öyküyü öykü yapan şeyler dili, yarattığı atmosfer, öyküdeki ritim en çok. "Öykü" demek gerektiğini söyleyenler bunu belirtmeye çalışıyorlar. Bazen sert ifadeler sarf edenlere rastlıyoruz. Her ne kadar eski alışkanlıklara bağlı biri olarak bir süre ben de böyle düşünmesem de "öykü" demek gerektiğini söyleyenlere katılıyorum çünkü günümüz hikâyesi artık evrildi. Başka bir noktaya geldi. Bu yalnız bir sözcük değişimi değil. Öykü, sözcüğünü kullanmak daha doğru. Bugünün anlayışında, geldiğimiz noktada hikâye, öykünün anlattığı olaydır. Öykü ise türün adı.

Öykü yazıyorsunuz ama iyi bir öykü okuru olduğunuzu düşünüyor musunuz? Dergileri takip eder misiniz? Yeni çıkan kitapları alır mısınız? Bir de son çıkanlardan bize önermek istediğiniz öykü kitabı var mı?

Dergileri mümkün olabildiğince takip ediyorum. Dergi yayıncılığı da yaptığımız için. İyi bir öykü okuru olmaya çalışıyorum. Öykü benim için çok özel bir tür. Yeni çıkan öykü kitaplarını da merakla takip ediyorum. Esra KAHYA'nın "BENİM RÜYALARIM HEP ÇIKAR" adlı ilk öykü kitabı çıktı. Son çıkanlardan onu söyleyebilirim. Onun dışında kitapları yeni çıkmış olmasa da başarılı bulduğum pek çok yazar var. Tümünü burada saymam elbette imkânsız. Zafer ÇARBOĞA'nın "RA'DAN DÜŞENLER"; İbrahim Halil ÇELİK'in "KORKUNÇ BEYAZ" adlı öykü kitaplarını çok başarılı buluyorum. Mehmet Fırat PÜRSELİM'in kalemindeki toplumsal hassasiyet çok güzel. Muhammet ERDEVİR'in LAV DENİZİNDEKİ ADA ve PRELÜT adlı öykü kitapları öykü dili bakımından bana göre çok başarılı, çok başka bir noktada.

Kitap Haber'e ve size çok teşekkür ediyorum bana da yer verme nezaketi gösterdiğiniz için.


Yazar: Müzeyyen ÇELİK K. - Yayın Tarihi: 14.09.2023 09:00 - Güncelleme Tarihi: 12.09.2023 23:48
551
Yorumlar
  • Serpil Akkol 2023.09.14 18:12

    Harika bir röportaj kaleminize sağlık Ayşe Hanım

Müzeyyen ÇELİK K. Hakkında

Müzeyyen ÇELİK K.

Müzeyyen ÇELİK KESMEGÜLÜ 1983 Kütahya doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kütahya’da tamamladı. Trakya Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’nda “Edebî Yönden Hazîne-i Evrak Dergisi” adlı teziyle yüksek lisansını tamamladı. Hayal Bilgisi, İzafi, Hece Öykü, Hece, İtibar, Mahalle Mektebi, Aşkar, Nordik, Türk Dili, Karagöz, Olağan Hikâye, Geçerken dergilerinde öyküleri yayınlandı. Halen Kütahya’da öğretmenlik yapıyor. Evli ve Ali Mahir’in annesi. 

Eserleri

Kamu Baş Rüyacısı, 2014, Ebabil Yayınları
Omzumda Biri, 2017, Hece Yayınları
Bütün Ağırlıklarım, 2021, Hece Yayınları

Müzeyyen ÇELİK K. ismine kayıtlı 80 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 5 kitap bulunmaktadır.