Şiddetin Estetize Edilmesi Zamanında İslam

Fikirlerin kanatları vardır. Her zaman için konacakları bir yer bulurlar. Kondukları yer hoşlarına giderse veya onları sahiplenirse orada mukim olurlar. Sahiplenilmez veya hoşlanmazlarsa uçar başka bir dimağa giderler. Cevdet Said'in fikirleri de bu minval üzere yıllardır uçmakta, kimi zaman mukim olmakta kimi zaman da kanatlanıp yolculuğuna devam etmekte.
Cevdet Said'e göre Ademoğlunun ilk mezhebi nedir? Sorusunun cevabı net olarak şiddet karşıtlığı ve anti militaristliktir. Bu sebepten olsa gerek bütün eserlerinde ana mesaj şiddet karşıtı yöntemin önemi ve gerekliliğidir.
Kitap, Habil ve Kabil kıssasını işleyen ayet ile başlıyor. Kabil'in Habil'i öldürme teşebbüsüne karşı Habil'in tavrının önemine ayetle dikkat çekiliyor. Cevdet Said'in bu fikrini farklı yönleri ile tartışmaya açabiliriz. Habil ile Kabil kardeşti. Kabil kardeşi Habil'e karşı şiddet uyguladı. Habil buna karşı şiddete başvurmadı. Cevdet Said şiddet yöntemine karşıtlığı kardeşler arası sorunlar için savunuyorsa bu ayet meali ile giriş yapması gerçekten çok etkileyici ve yerinde bir yaklaşım olmuştur. Eğer şiddet yöntemine karşıtlığı bütün insanlar arasındaki sorunlar ile ilgili ele alarak bu giriş yapılmışsa iki ihtimal vardır. Birincisi insanların bir atadan gelmesi hasebi ile sonuç itibari ile insan kardeş olduğu fikrine sahiptir ve bu sebepten böyle bir giriş yapmıştır. İkinci ihtimal ise Habil ile Kabil'in biyolojik kardeş olduğu fakat hak ile batıl temsilciliği noktasında karşıt kişiler olduğunu düşünüyordur. Bu sebeplerden şiddet yöntemi karşıtlığını Habil üzerinden inşa etmektedir diyebiliriz.
Şiddetsiz direniş teorisi üzerinde bir ömür boyu duran Cevdet Said, fikrine delil teşkil eden hadislere de yer vermekte. Fitne zamanlarında kişinin kılıcını kırması gerektiğini savunmaktadır. Buna delil olabilecek hadisleri kitabın hemen girişinde işlemektedir. Metnini paylaştığı son hadis ise nasıl mücadele edileceği ile ilgili bir hadis olan "En büyük cihad, zalim sultana hakkı haykırmaktır" hadisidir. Cevdet Said muhtemelen içinde yaşadığımız dönemi fitneler dönemi olarak telakki etmektedir. Teorisine zemin oluşturan bu argüman çok yönlü olarak önemlidir. Fitne zamanında şiddetin fitne odaklarının işine yarayacağı öngörüsü üzerinden fikrin tuğlaları üst üste konuyor. Yaşadığımız döneme fitneler dönemi gözü ile bakmasaydı bu teorisini bu şekilde derinlemesine işleyemezdi sanırım. Öyle ki, fikrine delil olarak sunduğu hadisler fitne dönemi ile ilgili hadislerdir.
Şiddetsiz direniş teorisi fikrini kitaplaştırmasının nedeninin, kendisi gibi düşünmeyenleri ikna etmek olmadığını, kendi savunduğu yöntemi ilan etmek olduğunu ifade ediyor. Savunduğu yöntemin tartışılacak yönlerinin olduğunu, zamanla olgunlaşacağını ve ileriki süreçte son şeklini alacağı ifadesi sonraki kitaplarında ele aldığı konuların bu yöntem üzerine inşa ve yöntemin gelişimi olduğunu göstermektedir. Yakın zamana kadar Cevdet Said dışında bu konuya derinlemesine yaklaşan eser veya kişilere tesadüf etmiyoruz. Yaptığım kısa araştırmalar sonucu son dönemde yazar Ümit Aktaş'ın Mahatma Gandi ve Abdulgaffar Han üzerinden konuyu ele aldığı ve iki eser ortaya koyduğunu gördüm. Bir kitabında çok yönlü olarak "Cihad ve şiddet dışı direniş" konusunu diğer kitabında ise "Mahatma Gandi ve Abdulgaffar Han" ın hayatı fikirleri ve mücadelesi üzerinden bu yöntemi irdelediğini gördüm.
Şiddet karşıtı hareket yöntemini savunurken gelebilecek eleştirilerden biri olan Kur'an'da yer alan cihad ve kıtal ayetlerini nasıl değerlendiği ve yorumladığı ile ilgili cevap Cevdet Said'in yaklaşımının tedrici bir yaklaşım olduğunu gösteriyor. İdeal anlamda bir Müslüman toplumun oluşması sürecinde asla şiddete başvurulmaması gerektiğini savunuyor. İdeal anlamda bir Müslüman toplum oluştuğunda ise o zamanın gerekleri üzerinden yeni yaklaşımlar olabileceği izlenimi vermektedir. Bu yaklaşım şöyle bir kanıya sebep olmamalı. İdeal bir Müslüman toplum oluştuğunda şiddet meşru bir yöntemdir demiyor Cevdet Said. Bir anlamda şöyle diyor. O dönem geldiğinde duruma bakılabilir fakat ben o dönem ile ilgilenmiyorum. Ben toplumun oluşum süreci ile ilgili bir teori inşa ediyorum. Sonrası ile ilgili henüz bir yaklaşımım yok. Bunun böyle olduğunu kabul edersek Cevdet Said'in yöntemi ve yaklaşımı daha net anlaşılabilir. Bazı konuları ele alırken Sünnetullah/Fıtrat üzerinde durması gerçeklikleri kendi bakış açısı ile bir çerçeve etrafında disipline ettiğini söyleyebiliriz. Cevdet Said'in savunduğu yöntemi eleştirirken spesifik ve lokal olaylar üzerinden değil teorik zeminde eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü o savunduğu yöntemi teorik zeminde ilan etmekte ve olaylara indirgememektedir.
Cevdet Said'in ilginç ve iddialı bir tespiti var. Genel manada Müslümanların şiddet dışı yöntemi benimsediklerini fakat farklı gerekçeler ile bunu dillendiremediklerini savunmakta. Kitabın yazıldığı dönem için bir nebze haklılık payı olsa da kitabın yazıldığı zamandan sonraki elli seneye baktığımızda durumun pekte öyle olmadığını net bir şekilde görebiliyoruz. Belki de bugün itidalli, Rabbani ve Nebevi yöntemi önceleyen Müslümanlar şiddetsiz yöntem yanlısıdır dense biraz daha isabetli olabilir. Şiddet kullanılarak yapılacak bir inkılabın da yanlış olduğu düşüncesine sahip Cevdet Said. Müslüman entelektüellerin zaman zaman tartıştığı fakat bir türlü neticelendiremediği konulardan biri olması hasebi ile o dönem gündeme taşınmış olması önemli bir durum. Bugün için de baktığımızda şiddeti bir yöntem olarak kabul edenlerin bir sonuç alamadığını, Müslümanlara ve İslam'ın yayılması/gelişmesi sürecine büyük zararlar verdiklerini söyleyebiliriz.
Hz. Nuh, Hz. Hud, Hz. Musa, Hz. Şuayb, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) ile ilgili ayetler üzerinden bu yöntemin tek yöntem olduğu ifade ediliyor. İslam toplumu kâmil manada oluşana kadar, tebliğ ve davet döneminde hiçbir surette şiddete başvurulmadığı tezi savunuluyor. İslam toplumu kâmil manada oluştuktan sonra da ceza ve had konusunda bir hukukun inşa ve icra edilmesi üzerinde duruluyor.
İslam'ın tebliğinin açık olması gerektiği hiçbir surette gizli olmaması gerektiği fikri savunuluyor. Bu konuda en fazla eleştiri aldığı noktanın Resulullah'ın davetin ilk yıllarında gizli tebliğ yaptığı gerçekliğine aykırı bir fikri savunuyor olması olacaktır. Cevdet Said bununla ilgili bir şey söylemiyor. Konuyu ele aldığı şekli "bugün" üzerinden olduğundan bu eleştiri boşa düşebilir.
Şiddeti bir yöntem olarak kabul etmemek, İslam düşmanları tarafından Müslümanların terörize edilmesini ve yaftalanmasını da engeller diyor Cevdet Said. Bu önemli bir ayrıntı. Hele ki son çeyrek asırda emperyalistlerin Müslümanlara yönelik yaftalamaları ve bazı kesimleri terörize etmesini göz önünde bulundurursak, Müslümanların bu konuda çok dikkatli olmaları gerektiğini daha iyi anlarız.
Savunduğu fikir etrafındaki şüpheleri şu başlıklar altında irdeleyip şüpheleri ortadan kaldırmaya yönelik izahlar yapıyor Cevdet Said. Konu etrafındaki şüpheler: Cihadın devre dışı kalışı, değerini bilmeyen insanlar arasında güzel ahlakın/bu yöntemin fayda vermeyeceği, kuvvet desteği olmayan hak sözün hiçbir tesirinin olamayacağı, şiddet kullanılmadan Hakk'ın tebliğ edilemeyeceği, sadece tebliğ metoduyla cihad ruhunun söneceği, bu metodun korku kaynaklı olduğu, bu metodun sorumluluktan kaçma olduğu, bu metodun Müslümanları pısırıklaştırdığı şüpheleri.
Savunulan tebliğ metodunun pratiğe yansıyan özellikleri üzerinde de durmak gerekiyor. Cevdet Said bu yöntemin faylarını özet olarak şöyle sıralıyor. Bu yöntem sağlıklı bir ortam oluşturur. Bu yöntem tek kişi olarak da uygulanabilir topluluk olarak da uygulanabilir. Bu yöntem hem tebliğ edene hem de tebliğ edilene faydalı olur. Açık ve net bir tutum oluşmasına, şeffaf olunmasına vesile olur. Hapis ve işkenceden korkmamaya vesile olur. Muhaliflerin islama attıkları iftiraları boşa çıkarır. Geçmişte denenmiş yöntemlerin özünü barındırması hasebi ile az hata yapmaya sebep olur. İçtihat ruhunu canlandırıp, taklitten uzaklaştırır.
Toplumun değişiminin nasıl olacağı ile ilgili tezini bireyin değişmesi ile toplum değişecektir görüşü üzerine bina eden Cevdet Sait, fertlerin tekil olarak iyi ve erdemli olmasının en sağlam yol olduğunu savunmakta. Toplumsal değişimin gerekliliği ve yöntemleri üzerinde kadim bir tartışma vardır. Şiddet karşıtları genel olarak ferdi değişimi merkeze alırken şiddeti de yöntemler içinde bir yöntem olarak kabul edenler gücü ele geçirmek sureti ile toplumsal değişimin sağlanabileceğini savunmaktadırlar.
Yaşanan kötü durumların ferdin iç dünyası ile direkt ilgili olduğu görüşünü savunmakta Cevdet Sait. Dış dünyada yani ferdin dışında ne oluyorsa hepsi ferdin iç dünyasının yansıması veya etkisiyledir diye düşünüyor. Ferdin iç dünyası önemli bir etken olabilir ama tek başına bir etken değildir. Bir yerde bir kötülük varsa o kötülüğün nemalananları da vardır. O kötülüğün olması için özelde çaba gösterenler de vardır. Ve neticede o kötülüğün ağına düşen insanlar vardır.
"İslam'ın kendi görüşü ile Müslümanın sahip olduğu görüş birbirine karıştırılmamalı" diyor Cevdet Said. İlk etapta kulağa çok hoş gelen bu yaklaşımın mümkünlüğü üzerinde biraz durmak gerekiyor. Eğer kastedilen şey Kur'an ve sahih sünnetten beslenmeyen, kaynağı, delili olmayan, nefsi veya iblisi görüşler ile Kur'an ve sahih sünnet çizgisindeki görüşlerin karıştırılmaması ise bu mümkündür ve gereklidir. Yok, eğer kastedilen şey vahyin/ayetlerin farklı yorumlanmasında bir yorumun alınıp diğer yorumların terk edilmesi ise o zaman "hangi yorum" sorusunu sormak gerekir ve içinden çıkılmaz bir durum vuku bulur. Cevdet Said muhtemelen (kendisinin genel yaklaşımı üzerinden) Kur'an'a zahirine ve ruhuna aykırı olan bir kısım yorumların İslam'ın hakikati olarak algılanmasına itiraz etmekte ve eleştirmekte.
"İndirilen İslam -İcad edilen İslam" ayrımını ilk olarak Muhammed İkbal'in yaptığını ve Cevdet Said'in de bu fikirde olduğunu öğreniyoruz. Cevdet Said, icad edilen İslam'ın, İslam düşmanlarının bir projesi olduğunu ifade etmekte. Müslümanların en büyük sorununun Kur'an'dan uzaklaşmak olduğu vurgusu o dönem için de bugün içinde önemli bir tespit.
Toplumun değişim sürecinde şiddeti öncelemenin fikri üretim ve zenginliğe ket vurduğu tespiti bugün daha net görülmektedir. İslam düşüncesinin kaos ve savaş süreçlerinde üretim yapamadığını, yeni fikir ve düşünceler üretilmediği için de birçok sorun ve sıkıntıya kalıcı çözümler bulamadığımızı daha net görüyoruz. Kaos ve savaşın olduğu yerde fikir ve düşünce üretilemiyor, üretilemez.
Toplumsal bir değişim ve dönüşüm olacaksa bunun ancak İslami esaslara dayalı bir yöntem ile olabileceğini ve gayri İslami esaslara dayanan yöntemlere başvurmanın yanlış olduğu üzerinde duruyor. Toplumsal değişimin siyasi güç ile veya siyasal inkılap ile olabileceğine de inanmıyor Cevdet Said. Bu yaklaşım sahiplerinden endişe duyduğunu ifade ediyor. Tek çözüm yolunun fertlerin değişmesi olduğuna yine vurgu yapıyor.
Özeleştiri kültürünün Müslümanlar arasında eksik olduğunu ve bunun aşılması gereken önemli bir sorun olduğu üzerinde duruyor Cevdet Said. Özeleştiri ayıp ve yanlış değildir diyor. Açık yüreklilikle özeleştiri yapılıp hataların düzeltilmesi gerektiği üzerinde duruluyor. Müslüman fertler ve İslami kurumlar gelişmek ve ideallerine kavuşmak istiyorsa her vesile ile özeleştiri yapmalı. Özeleştiri yapılmayan yerde yanlışların düzeltilmesi çok zor ihtimaldir. Özeleştiri yoksa hakikat de yoktur, değişim de yoktur, gelişme de yoktur. Özeleştirinin olmadığı yerde fikrin ve düşüncenin putlaşması söz konusudur.
Şiddeti asrın hastalığı olarak ifade eden Cevdet Said asıl meselenin yeryüzünün halifesi olarak dünyayı güzelleştirmek sorumluluğuna vurgu yaparak, firavunlaşmama uyarısı ile eseri neticelendiriyor.
Cevdet Said'in şiddet karşıtlığı fikrine katkı olması ve farklı yönlerini de izah bağlamında şöyle de yaklaşılabileceğini düşünüyorum.
Şiddet genel olarak amaç değil araç olarak varlığını ortaya koyar. Bu aracı kullananlar ise genel olarak güç odakları veya sermaye sahipleridir. Savaşların olduğu coğrafyalara ve bu savaşların arka planına baktığınızda bunu net olarak görebilirsiniz. Kaos içinde olan toplumlara baktığınızda arka planda şiddeti öne çıkaran ve şiddeti tek çıkış noktası olarak öne çıkaranlar yine egemen güçlerdir.
Şiddetin ahlakiliği önemli bir husustur. Kutsal bir amaçta dahil herhangi bir amaca yönelik hedefe ulaşmak için yöntem olarak şiddetin kullanılması meşru mudur sorusu şiddetin ahlaki olup olmadığı sorusunun da cevabını içerir. İstenerek uygulanan şiddet ahlaki değildir. Bütün yöntemlerin sonuç vermemesi neticesinde savunma amaçlı ve şiddeti engellemeye yönelik şiddet yöntemi belki ahlaki bir yön taşır.
İyi amaçlar için ortaya konacak yönteminde iyi olması gerekir. İnsanların barış ve esenliğini sağlayacak uygulamaların yöntemi mutlaka hukuka uygun olmalı. Hukuk, insanın yaratıcısı tarafından belirlediği evrensel kural ve ilkelerdir. Evrensel hukuk her anlamda şiddetin yanlışlığına işaret eder. Hukukun olduğu yerde şiddet varlık gösteremez. Şiddetin olduğu yerde de hukuk yok hükmündedir.
Şiddetin işlevselliği ve bir amaca hizmet edip etmemesi üzerinden şiddetin gerekliliğine vurgu yapılması şiddete meşruluk kazandırma çabasına yönelik bir yaklaşımdır. Doğurduğu sonuçlar üzerinden meşruluk kazandırma çabalarına karşı görünürde fayda sağlayan şiddet anlayışının birey ve toplum üzerinde görünmeyen olumsuz etkilerine bakıldığında yine şiddetin bir amaca yönelik kullanılsa bile iyi bir yöntem olmadığı anlaşılacaktır.
Şiddet için yararlı şiddet ve zararlı şiddet ayrımına gitmek şiddete meşruluk kazandırma çabasıdır. Yararlı şiddet olarak ifade edilen gerçeklikler şiddet dışındaki yöntemler uygulanmadan kabul gördüğünde şiddet kendisine zemin bulmuş olacaktır.
Şiddetin insan fıtratında ve doğanın varoluşunda olduğu tezi ile şiddetin sonradan insanlar ve otoritelerin ürettiği bir olgu olması tezi arasında kesin ve net bir şık belirleme imkânımız yok. İki tezin de doğrularının olabileceği ön kabulü ile şunu diyebiliriz. İnsanın ve doğanın yaratılışında şiddete meyyal olma durumu olsa bile bu insanın şiddete yönelmesinin doğruluğunu ve şiddetin meşruluğunu göstermez. İnsan, yaratılışında kendisine kodlanan yönelimlerini kontrol etmek ve bu yönelimleri kullanıp kullanmama konusunda irade sahibidir. Bir kısım yönelimleri kullanma tercihinde bulunurken diğer bir kısım yönelimleri kullanmama tercihinde bulunabilir. Şiddet yönelimi insanın kullanmama hakkı ile kullanmayacağı bir yönelim olabilir. Diğer taraftan sonradan üretilmiş bir olgu olarak şiddetin var olduğu düşünüldüğünde, yine insanın kendisinin var ettiği olguyu yok edebileceği gerçekliği üzerinde durmak gerekiyor.
Ezen ve ezilen arasındaki ilişki üzerinden ezenlerin baskı ve dayatmalarının ortadan kaldırılması için şiddetin bir yöntem olarak kullanılabilme düşüncesi yine ezenlere fayda sağlayacaktır. Ezenlerin ellerindeki imkânlar ve gösterilen şiddete dayalı tepki üzerinden uygulayacakları aşırı şiddet kendi açılarından bir meşruluk kazanacaktır. Bu durumda ezilenlerin her ne gerekçe ile olursa olsun ezenlere karşı şiddete dayalı yöntemler ile mücadele etmesi sonuç getirmeyecektir. Ezenlerin gerekçeli ya da gerekçesiz şiddet uygulamaları zaten insanlık dışı bir uygulamadır. Güç, otorite, erk her zaman için bilinçaltında en iyi yöntemin şiddete dayalı yöntem olduğunu düşünür. Ezilenlerin bu gerçeklik üzerinden şiddete dayalı yöntemlere karşı şiddet içermeyen yöntemler üretmelidirler.
Şiddetin estetize edilmesi ve bir retorik olarak her türlü şiddetin yanlış olduğu savunusu ile birlikte imkân ve fırsat bulduğunda şiddeti bir meşru yöntem olarak algılayan anlayışlar farkında olmadan karşı olduklarını ifade ettikleri güçlere fayda sağlamaktadırlar. Estetize edilmiş olsa da şiddet şiddeti getirir. Ve bu şiddet netice itibari ile karşıt olanların işine yarayacaktır. Gerçekte şiddet yanlısı olup görünüşte şiddet karşıtı olmak ise ilkesizlik ve çok yüzlülük olduğu için doğuracağı sonuçlar üzerinden bakıldığında hiçbir açıdan tutarlı ve ahlaki bir yaklaşım değildir.
Ademoğlunun İlk Mezhebi
Cevdet Said
Pınar Yayınları
Yazar: Ferhat ÖZBADEM - Yayın Tarihi: 04.03.2022 09:00 - Güncelleme Tarihi: 15.02.2022 15:36