Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetl, Söyleşi, Bilal CAN

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler VI yazısını ve Bilal CAN yazarına ait tüm yazıları Kitaphaber.com.tr sitemizden okuyabilir

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler VI

03.10.2024 09:08 - Bilal CAN
Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bugünü Yarını Sohbetler VI

Bilal Can: Şiirin bir akademisi, okulu bulunmuyor. Şiiri öğrenmek için bu yüzden şairlere, şairlerin şiirlerine ve şiirlerinin toplamından oluşan eserlerine bakmak gerekiyor. Şiir hem bir tecrübeyi, kelimelerin esneme, kasılma kabiliyetlerini öğrenmek hem de kelimenin anlam dünyasındaki sınırlarını görebilmek için önemli…

Ethem Erdoğan: Anlam dünyası ve sınırlar… Her şeyin bir sınırı olmalı, klişesinin sonudur bu nokta. Sınır malumdur ki dışsal – harici bir kotadır. İçsel ve içrek olanın hududu olmuyor haliyle. Mesele şiir olunca ve iş anlama kadar gelince şaire düşen görevlere bakmak şart oluyor ve evvelemirde karşımıza çıkan kelimeye anlam yüklemek şart oluyor. Bunu yapmak da şiiriyete kalıyor. Bu meyanda belirtmemiz gerekir ki şiiriyet sadece şairlerde olan bir şey değil.

Evet, ortada şiir okulu - akademisi şeklinde bir kurumsal yapı yok. Ancak içsel düzlemde bir şiir okulunun varlığı pekâlâ iddia edilebilir. Şiir okulu en basit tarifiyle bir birikimdir. Bu birikim bizim şiir ekollerimizin her birisidir de. Lise düzeyinde bir eğitim bile bize Arpın Çur Tigin'den bu yana binlerce senelik bir şiir okulunun varlığına muttali olmayı sağlar.

Edebiyatı vatan gibi parçalanamaz bir bütün olarak düşünmemiz sağlıklı olduğu için edebiyatı her şubesiyle birlikte - bütünleşik görmemiz icap eder. Böyle gördüğümüz zaman şiirin de bir veri ya da çıktı olduğu bilgisine ulaşırız. Şiir, edebiyat geleneğimizin içinde içrek bir gelenek bir okuldur. Buradan sizin ifadenize geliyorum. Bu engin birikimi (engin kelimesini hem derinlik hem de yükseklik olarak algılamalıyız bu arada…) değerlendirmek elbette o birikime hem hâkim olmak hem de mahkûm hissetmekle ilgilidir. Kelime metinde kıymetlenir, metinle yeni anlam kazanır, metne de aynı şeyleri katar. Bu şeyleri siz metnin edebi metne dönüşme macerası şeklinde okuyun. "Kelimelerin esneme, kasılma kabiliyetlerini öğrenmek hem de kelimenin anlam dünyasındaki sınırlarını görebilmek" şeklindeki ifade kelimeden metne ve edebi metne giden yoldur.

Bilal Can: Şiir bir edebiyatın edebiyat olarak anılmasında yüklenici bir vazife almış. Edebiyatlar, şiirin imkânları dâhilinde edebiyatlarını genişletmiş. Bu durum toplumdan topluma değişim gösterilebilir. Belirli türlerin o edebiyat içerisinde ağırlığı artabilir azalabilir. Örneğin Rus Edebiyatından romanın ağırlığı fazla iken Türk Edebiyatı'nda şiirin ağırlığı ve edindiği rol daha fazladır. Bunda sanırım kültür-edebiyat ilişkiselliği durumu etkili. Ayrıca sosyolojiyi de işin içine katmak gerektiği kanaatindeyim.

Ethem Erdoğan: Bizde edebi türlerin kökeninin şiir olduğuna dair yaygın bir kanaat var. Bu kanaatin arka planı şiiri, insanın ve dilin özü olmasıyla yaptığımız yüklemedir. Şiiriyetin hakikate yaklaşma ve insanı yaklaştırma ameliyesi bu özden kaynaklıdır. Gerçekliği de bu değerlerle incelterek şiir diline aktarır. İnsanın özü bu süreçte şiir diliyle birleşir. Asıl iş buradadır. Anlam dünyasını şiirize etmek. Şair muhayyilesi (hayal dünyası), hayat algısı ve donanımından uçlanır şiiriyet. Daha evvel ifade etmiş olduğum üzere, şiir bizde modernizme kadar hemen hemen her şeydir. Hayat karşısında sorun olan ve sorulan bütün soruların cevabıdır. Şiirin inceltilmiş bakış açısından bakılır. Şiir için oluşan bu sonuç aslında toplum için de aynıdır: öğretme / öğrenme eksenli değildir… Çünkü somut veri-done değil. Bu bir öz / usare. Bu bağlamda şairin, şiirden kurduğu bir evrenin varlığından söz edilmelidir. Bu evren yani şiirin bütün unsurları komplike düşünülmelidir. Topluma da bu gözle bakmak gerekir. Bunun elbette şiirde kullanılan edebi yöntemleri halkın da benimseyip gündelik hayatta kullanmasıyla yakın ilgisi vardır. Çünkü "Şiir tekniği aktarılabilir değil, kavranılabilir bir şeydir. Formüllerden değil, sadece yaratıcısına hizmet eden buluşlardan meydana gelir." (Korunan, 2011)

1024px-the_beach_at_villerville_eugene_boudin_1864 Rus edebiyatından söz ederken "romanın ağırlığı" demek makul ama Türk edebiyatından bahsederken şiirin ağırlığı sözü makbul değildir. Çünkü biz her metin türünü şiirize etmeyi bilen bir toplumuz. Türk edebiyatında her şeydir şiir. "İlişkisellik durumu" ifadenize katılırım. Sosyolojiyi işe dâhil etmeye de varım. Ancak tek veri sunarak buradan geçelim: bizde en ciddi sosyolojik değişim tarihsel bir süreç değil zorlama bir modernizmle gelmiştir.

Bilal Can: İnsanların edebiyata yönelimi konusu toplumsallıklar arz edebilmektedir. Sosyolojinin bir alt konusu olan ve benim de çalışma alanlarımdan biri olan edebiyat sosyolojisi, ülkemizde sönük bir alan olsa da edebiyat toplum ilişkisini masaya yatıran önemli bir alan. Bu alana baktığımızda edebi eserleri ortaya çıkaran koşulların edebî eserlerdeki yönelimlerin inceleme alanı olarak seçildiği görülmektedir. Bu çalışma konularının yanında eksik kalan, pek rağbet görmeyen bir alan olarak edebî eser üretimi ve tüketimi konusu var.

İnsanların –burada okurlar olarak ele alınmalıdır- edebî eserlere karşı tutumları, eğilimleri, ilgileri ile birlikte bu eserlerin üretimleri, dağıtım biçimleri, ilgi ve talepler doğrultusundaki durumları edebiyat sosyoloji açısından incelemeye değer alanlardır. Fakat bu gün bu tür çalışmalar nadiren yapılmakta, muhatap bulamamaktadır.

Ethem Erdoğan: Edebiyatla toplum ilişkisine dair söylemlerin, en derin uçurumlara kestiği bir çağda yaşıyoruz. Bu netameli dönem edebiyatla toplum ilişkisine konu dışından müdahale edilmesiyle ünlü. Bu müdahaleler aslında müdahale olarak görülmüyor pek. Çünkü doğal bir seyir gibi görünüyor ya da bunu oynuyor. Konu aslında geleneğin iğfal edilmesiyle başlıyor. Bu Tanzimat dönemine kadar giden bir süreç. Modernizmin kendine özel ve yeni silahlarıyla gelenekli olana karşı bariz üstünlük kurmasıyla kurgulanan bir anlatı bu. Gelenekten yeniye geçilecekse yumuşak ve kendiliğinden bir geçiş yaşanabilirdi. Oluşan sosyal değişim zaten edebiyat / sanat çevresinde ya da içerisinde kendine yer bulur / yer açardı. Ancak yurtdışında eğitilmiş (!) bazı figürlerin (Onlar aslında tip bile değildir.) bu topluma bakış açılarındaki sakatlık sâri hastalık şeklinde dönemin önemli şair – yazarlarına yayılmıştır. O zamanın medyası ya da görünürlüğü / bilinirliği de neredeyse tamamen o güruhun elindedir. Yanlış bir kullanım olmasına rağmen kullanalım: yanlış batılılaşma ve lümpenlik - snopluk yanına dekadansı da katıp yeni ve modern hayat tarzı olarak topluma dayatılmıştır. Bu hayat tarzının edebiyatı yapılmış, bu edebiyatın övgüsü yayınları işgal etmiştir. Günümüzde de bu kurgu aynı tempoda ama şekil değiştirerek devam etmektedir. Belirli bazı yayın ya da kanon taifesi istedikleri yayınları öne çıkarıp istemediklerini yok sayma ve unutulmaya mahkûm etmeye çalışmaktadırlar. Edebiyat sosyolojisini şahsen bakir ve çalışılması gereken başat alan görmekteyim. Okur profilini incelemek, okuma eğilimlerini tespit etmek ve o eğilimlerin oranına göre yayın hazırlamak yayın dünyasına çok güçlü bir rehberliktir. "Edebî eser üretimi ve tüketimi konusu" öncelikli olarak yayıncı konusudur. Dolayısıyla bu konuya biraz el atmalı, üniversitelerle birlikte projeler yapmalı bu alanı işlevsel hale getirmelidir. Aksi takdirde büyük kartellerin oluşturduğu yayın politikalarına eklenti ve onların basit taklidi olmanın dışında bir adım atmak imkânı olmayacaktır.

B.C: Ana eğilimler, farklı ilgi ve propagandalar bazı türlerde bazı zamanlarda ilgiyi artırırken bazı zamanlarda da bazı türlere dair ilginin sönükleşmesi durumu söz konusu olmaktadır.

Günümüz yaygın alanına baktığımızda edebî türler arasında bazı türlerin gittikçe sönükleştiği görülmektedir. Şiire olan ilgi ise belirli bir kitle tarafından takip edilmektedir. Şiirle bu kadar içli dışlı olan bir toplumun şiir kitaplarına ilgisizliği üzerinde durulmalı kanaatindeyim.

boudin_batherstrouville_1869

E.E: Şiir kitaplarına ilgisizlik şiire ilgisizlik olarak görülmeli mi emin değilim. Manipülatif bir ortam var. Sosyal medyada, okulda, siyasette şiir hep var. Camide, türbede, tekkede, dergâhta şiir var. Belki de şiir kitaplarında şiir var mı sorusunu gündem etmeliyiz. Bu kafamıza inen balyozdur işte. Yunus Emre ve Süleyman Çelebi şiiri hala var ama çeyrek asır önce sükse yapan bir şair şu an yok. O zaman şiir üzerine düşünmemiz de lazım: hangisi şiir hangisi değil? Bu durumu çok uzatma niyetinde değilim. Toplum tarafında da benzer durumlar var. Hangisinin şiir olduğundan emin olamama var. Başka sebepler var. Mesela modernizmin uzantısı olan modern şiire hala alışamama var. Şairler kendi yazıp kendi okuyor, diyecekken şuara taifesinin yalnız kendi şiirini okuduğu gerçeği bir tayf halinde aydınlatma oluşturuyor.

B.C: "Ozan, başka ozanlardan kendine, kendinden başka ozanlara gide gele pişer ve olgunlaşır. Ozanın kendine varışı kolay olmaz. Uzun bir yoldur bu" [1] der Oktay Rifat, şiirin bu uzun yolculuğunda usta-çırak ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.E: Şiire ulaşmak bir anlamda cari şiirden kaçmayı da şart koşuyor. Bu öncül hükmü ayrı tutarak konuya girelim. Bir şair bütün bir şiir birikimini görmek ve bilmekle mükelleftir. Bütün birikime, mümkün olduğunca ulaşma çabası içinde olmalıdır. Bu çalışma o şaire "şair" vasıflarını kazandıracaktır. Orijinal imgeler, yeni söyleyişler ve dil gücü şiire yetmeyebilir. Bu vasıflara sahip diğer şairler de vardır. Esas olan şiiri yenileyici bir etkiye ulaşmaktır. Örneğin Fuzuli, Şeyh Galip, Sezai Karakoç ve Hüseyin Atlansoy, şiiri yenileme vasfına ulaşan şairlerdir. Bu güç mesele yalnızca orijinal imgeler, yeni söyleyişler ve dil gücü ile sağlanamamaktadır. Sahih şiire bu şairleri ulaştıran hususların başında bu toplumun sahici bir parçası olmaları ve bu hissedişle şiiri kurmaları gelir. Yoksa ismini saydığımız şairlerin çağdaşı çok güçlü başka şairler vardır. Zaten bu isimlere baktığınızda usta çırak ilişkisinin dolaylı örneklemini görebilirsiniz.

B.C.: Henri Bremod "Bir şiirden şiir olarak zevk duyabilmek için mutlak manasını anlamaya lüzum yoktur" der. Şiirde ses, tını, anlam meselesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

E.E.: Orijinal imgeler, yeni söyleyişler ve dil gücü ilgili kişiyi parnasyen bir şair yapar. O zaman "şiir eşittir müzik" noktasına ulaşılabilir. Şiir belki bütün ahenk unsurlarıyla (ölçü, müzik, kafiye, tekrar vb.) şiir vasfına ulaşamaz hatta üstüne anlamı bir fenomen olarak ve aforizma kıvamında giydirseniz bile şiir olmayabilir. Sahih olana ulaşmak şarttır. Anlam demişken bir konuya açıklık getirelim. Hiçbir şair yoktur ki yüreğine doğan anlamı dile yüklemeyi başarabilmiş olsun. Bu haddizatında imkânsızdır. Yaratanın yüreğe indirdiğini söze yüklemek mümkün olsaydı dönüt olarak dokunduğu yürekleri patlatırdı şiir. Tabii olarak filtrelenmiş oluyor süreçte şiir. Anlam yaratıldıktan sonra salınım halinde uyanık bir şiiriyete yakalanıyor. O kişi bu anlamı ifade edebilmek için yüzlerce varyasyon çalışıyor. Bu binlerce kelimelik büyük bir çalışmadır. Zaten soy şair bunu bir çalışma olarak demlenmeye bırakır. Bekler. Çünkü hiçbir zaman söylemek istediğine tam manasıyla ulaşamayacaktır. O anlam namütenahi bir fenomen olarak zihninde dönmeye devam eder. O anlam için başka yüzlerce şiir yazar şair. En spesifik örnek gazeldir. Gazelin bütün beyitleri o eşsiz söyleyişe ulaşmak içindir. Aslında tek bir anlam vardır ortada.

B.C.: Şiirde verilmek istenilenle duyulan arasındaki farklı nasıl ele almalıyız?

E.E.:Yukarıda söylediklerimize küçük ilaveler yaparak tabi. Şairi anlamaya çalışarak. Ona verilen anlamın ne olduğunu düşünerek. O anlamın şiirin yazım esnasında nasıl filtrelendiğini kavramaya uğraşarak.

Diğer yandan bilmekle yükümlü olunan şeylerin sorumluluğunu alarak. Onlardan bir kuble ya da bir buket sunalım: Sanatın özerk, yani kendi yasaları olduğu /olması gerektiğine dair tavrı önemsemek gerekir. Sanatın ve sanatçının ontolojik özerkliği, modernliğin karşısındadır. Çünkü modernizm bilime, akla, faydaya, gerçekliğe dayanır; sanat ise bir nevi bunlardan kaçıştır. Şiire varmanın yollarından biri şuurdan kaçıştır.

Kaynakça

Korunan, O. (2011). https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/43915.

Görseller: Bodin

[1] Oktay Rifat, Şiir Konuşması, Adam Yayınları, 1992

Türk Edebiyatında Şiirin Dünü Bu Günü Yarını Sohbetler


Yazar: Bilal CAN - Yayın Tarihi: 03.10.2024 09:08 - Güncelleme Tarihi: 16.10.2024 23:30
259

Bilal CAN Hakkında

Bilal CAN

Dumlupınar Üniversitesi Sosyoloji lisansını tamamladıktan sonra yüksek lisansını da aynı üniversitede tamamladı. Sosyolojik çalışmaları mekân, kent, şehir ve edebiyat sosyolojisi üzerine yoğunlaşmıştır. Şiirleri, denemeleri, kitap değerlendirmeleri ve eleştirileri bir çok dergide yer aldı.

Kitaphaber.com.tr sitesinin kurucuları arasında yer alıyor ve 2015'ten itibaren genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Evli ve 2 çocuk sahibidir. 

Yayınlanmış Kitapları

- Diriler Evinden Notlar, Ahenk Kitap, 2024.
- Bir Kuşu Taşlarla Bu Çöle Bağladılar, Hece Yayınları, 2023.
- Zaman İçinde Mekân, Hece Yayınları, 2021. (TYB 2021 Şehir Kitabı Ödülü)
- İnsanlığın Ağlama Tarihine Bir Giriş, Hece Yayınları, 2021.
- Kebikeç, İzdiham Yayınları, 2019.
- Kentle Kavga: Mustafa Kutlu Öykücülüğünde Mekân, İzdiham Yayınları, 2017.

Bilal CAN ismine kayıtlı 357 yazı bulunmaktadır.

Yazarımıza ait 6 kitap bulunmaktadır.

Twitter Kitap Satış Sitesi Kitapyurdu.com